Mutlu insanların şehrinde son 500 yılın en ağır şiddetli depremi olunca herkes çuvaldızı kendisine batırmıştı.
6 Şubat akşamı ne kadar sektör varsa, ne kadar meslek odaları varsa, ne kadar siyasetçi varsa, ne kadar belediye başkanı varsa özeleştiri yapıyordu.
Berberler Odası Başkanı bile görevini tam yapamadığını, yapılması gereken uyarıları göremediğini, üyelerini bu konuda bilinçlendiremediğini söylüyordu.
Vekillerin hayatı kararmış gibiydi.
Hem iktidar hem muhalefet vekilleri karar kara düşünüyordu.
7 Şubat sabahı İl Koordinasyon Toplantısı’nda vekiller, belediye başkanları sessizce oturuyordu.
Öznur Çalık suçun kendisinde olduğunu, Sivrice depremini fırsata çevirmediğini söyleyerek söze başlıyordu.
Bülent Tüfenkci, Ankara’da ne kadar etkisiz kaldığını söylerken Ahmet Çakır ile Hakan Kahtalı ağlamaklı bir yüz ifadesiyle etkisizliğini kafalarını sallayarak onaylıyorlardı.
Vali daha çok yeni olduğu için hayretle özeleştiri yapan vekillere sessizce bakıyordu.
Selahattin Gürkan çatallı bir ses tonuyla konuşmak istedi. Sivrice depremindenden kısa bir süre sonra bilboardlara “geçmiş olsun” diye yazdırmıştı. Depremi kendi PİAR’ı için kullandığını hatırlayınca konuşmaktan vazgeçti.
Veli Ağbaba “benim de suçum var” deyince herkes irkilmişti.
Doğru bir muhalefet yapmadığını, parti içi konularına daha çok ilgilendiğini ve Sivrice depreminden sonra bilinçli bir muhalefet yapmadığını söylüyordu.
Ağbaba ilk defa bu şekilde konuştuktan sonra Mehmet Fendoğlu da “benim de suçum var kardeşim” diyordu.
Salon adeta buz kesmişti.
İl müdürleri bu ortamı görünce söze girmek istedi.
Bir il müdürü, “bu yıkımın, bu kaosun sorumlusu biziz” diye söze girince Vali Bey devreye girmişti.
“Tamam, hepiniz suçlusunuz. Bu saatten sonra ne yapacağız onu konuşmamız lazım” diye biraz da sesini yükselterek konuşuyordu…
***
***
6 Şubat depremlerinden 15 ay geçmişti.
Önceki vekillerin hepsi tüm sorumluluğu kendilerinde görüp tekrar aday olmamışlardı.
Belediye başkanlarının hepsi aynı vekiller gibi şehrin yıkımını kendilerine bağlamışlardı ve tekrar aday olmamışlardı.
Şehrin valisi ile beraber tüm il müdürleri değişmişti.
İl Koordinasyon Toplantısı’nda belediye başkanları, vekiller görev paylaşımı yapıyorlardı.
Abdurrahman Babacan, CHP’nin yeni vekiline Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı’nın Saray mahallesi ile ilgili ihaleyi uzattığını söylüyordu. Bu konuyu Meclis’te gündeme getirmesini vurguluyordu.
İnanç Siraç Kara Ölmeztoprak ise o bakan yardımısı ile Öznur Çalık’ın arasının çok iyi olduğunu vurgularken Çalık’ın hemen aranması gerektiğini vurguluyordu.
Sami Er hemen eski vekil Çalık’ı arayıp toplantıya davet ediyordu.
Öznur Çalık hemen İl Koordinasyon Toplantısı’na gelip o bakan yardımcısını arıyordu.
Yenisi eskisi, acemisi kıdemlisi, iktidarı muhalefeti şehri için birlik olmuşlardı.
Hatay, Adıyaman ve Kahramanmaraş ekipleri Ankara’ya gidip “Malatya modelini biz de istiyoruz” deyip kendilerinin üvey şehir olduğunu söylüyordu.
Ülkede “Malatya Modeli” diye bir tabir literatüre girmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ulusa seslendiği bir konuşmasında, “Malatya Modeli bu ülkenin gerçek yüzüdür. Kimseyi ötekileştirmeden birlik olunabileceğini ve bu beraberlik ile ülkeye nasıl fayda sağlanabileceğini Malatyalı kardeşlerim hepimize göstermiştir. Allah CHP Malatya milletvekilinden de razı olsun. Bu model bizim gerçek yüzümüzdür” diye konuştuğu esnada bir ses ile irkildim.
Eşim, çocuklar geç kalacak okula diye sesleniyordu.
Rüya görmüştüm.
Biraz duraksayınca “kabus mu gördün” dedi ve ekledi:
"Hayırdır inşallah!"
Sabahın köründe dünyanın en güzel rüyasını görmüştüm ama bir dakika sonra bu rüyanın gerçekleşme ihtimalinin sıfırın altında olduğunu idrak edince “hayır hayır” diye soğuk bir cevap vermiştim eşime.
Güzel rüyalarımız bile absürt geliyor artık.