Her geçen gün daha çok kurban ediliyor Malatya; hırslara, koltuk mücadelelerine, bitmek bilmez ego savaşlarına…
Şehrin yakın tarihi, ders alınacak ne çok ibretlik hadiselerle dolu oysa ki. Hiçbir siyasi çıkar kavgası, kavga edeni abat etmediği gibi neticenin vuslatına da eriştiremedi taraflarını.
Ali Osman Başkurt, Süleyman Sarıbaş, Mücahit Fındıklı, Mustafa Şahin, Ömer Faruk Öz… Ve daha akla bile gelmeyen diğerleri…
Milletimiz, kavga edenleri “seyretmeyi” sevdi; edenleri sevmedi ama!
Kavga ettiler; unutulup gittiler.
…
Kavganız; siyasi hegemonyanız, bencil egonuz ve liyakate esas olmayan çabalarınız içinse etmeyin!
Ancak şehri yıllardır esareti altına almış, hileli düsturunu siyasetine adamış kişi ya da gruplarla mücadele ise… Bu şehir, mücadeleci adamı sever. Edin!
…
Tabi kavgayı “sinsi” yapan siyasetçilerimizi de unutmamalı...
Bulundukları yerde gemilerini yürütenlerin, bir günlerini burada; diğerini karşı yanda; el pençe “ben senin tarafındayım ha” şeklindeki acziyetlerinin gülünç hallerini...
Bunların hali saklambaç oynarken ağacın arkasına sadece kafalarını sokup gövdeleri dışarda kalan çocuklardan farksız… Ama komik!
…
Şimdilik bu “cin” akıllarıyla maksatlarına ulaştıklarını zannedenler, yarınlarını çoktan unutmuşa benziyorlar. Unuttukları sadece bu değil; kendilerinden öncekiler de…
Onlar çoktan unutuldular zira.
Ankara’dakiler görmese depremin etkisini bilmeyeceklermiş. Yalancıya vakit, yatsı; hadi güneşi balçıkla sıvayın!
Şehrin dinamiklerini anlamak, özel bir maharet istiyor çoğu zaman.
Kurban etmeyi çok sever mesela bu şehir; birini, birine!
Takva o denli yakınsa Hz İsmail’in haline, ahvaline; kurban olası gelir her bir canın, cananına kavuşma arzusu ile.
…
Ama şehri “kurban” etmemek gerek.
“Çok çalıştık, şehrin yaralarını sardık” yalanına kendimiz dahi inanmazken başkasını inandırma çabamız, şehri kurban etmek oluyor. Peki neye?
Zira bin yılın felaketinde kimse sizden kusursuz bir hizmet zaten bekleyemez. Ama milletin bir beklentisi vardır: Kayıtsız şartsız “Samimiyet”
Sokağı görmezden gelirseniz, sokağa “rağmen” idare etmiş olursunuz. Ne yazık ki bu tutum “idare-i maslahatçı” yapar sizi; farkına dahi varmazsınız.
Baktığınız aynanın sivilcenize denk gelen kısmının kirli olmasında aynadaki kusuru konuşurken sivilcenizi unutursunuz.
Bunun yerine “Çok çalışıyoruz, eksikliklerin farkındayız, yaraları sarmak temel gayemiz” demek daha gerçekçi olmaz mı?
…
2,5 ay evvel, yazılı bir çağrı ile adli yargı sürelerinin 1 Eylül’e kadar durdurulması gerektiğini ve şehrin henüz hazır olmadığını ifade ederken “Mış, muş gibi yapmayalım. Bugüne kadar ne geldiyse başımıza bundan geldi. Böyle yapılmasaydı, Malatya bu depremde bu kadar ağır hasar almayabilirdi. Gelin, şehrin durumunu devlet büyüklerimize doğru şekilde aksettirelim. Olmayanı olmuş gibi ifade etmek, şehre ihanet olur. Eksikliklerimizi tam olarak ifade etmemiz halinde devlet büyüklerimiz tabi ki çözüm bulacaklardır” demiştim.
O gün bu haklı ve “çözümcül” çağrımı “başka” yönlere çekmeye çalışanlardan, “kirlenmiş” siyasi dimağlarını başkaca mülahazalarla kesbedenlerden, daha sonra bu köşede bol bol bahsedeceğim.
Ne kusmuklar bekletiyormuş meğer akşamdan kalmış mideler…
…
Şimdi sorum onlara…
Şehri dün ziyaret eden Milli Eğitim Bakanı Tekin’in açıklamasındaki “depremdeki yıkımın boyutunun anlaşılması için Malatya’ya gelmek lazım” vurgusu, konuşmalarındaki “Malatya’nın Ankara’dan tam olarak görünmediği” algısı nasıl bir etki oluşturdu kendilerinde?
Güneşin balçıkla sıvanmayacağını…
Yalancıya vaktin artık yatsı olduğu…