İnsanlık, her konuda olduğu gibi düşünmeyi de zaman içerinde geliştirmiştir.
Prof. Dr. Niyazi Kahveci’nin tespitleriyle; milyonlarca yıl önce insanlık başladığında, o günün insanları biyolojik ihtiyaçlarının gereği olan yeme içme, korunma gibi konulara kafa yormuşlar. Bunlar üzerine düşünce geliştirmişler. Bu aşama “biyolojik düşünce” dönemi olarak isimlendirilmiş.
Ardından yaşanan, kişisel veya toplumsal bazı problemleri çözebilmek için sihir yapmayı / büyü yapmayı öğrenmişler. Bu aşamanın adı “sihirsel düşünme” dönemi olarak adlandırılmış.
Bu dönenin ardından insanlık “mitolojik düşünme”yi keşfetmiştir. Bildiğimiz mitolojilerin başlangıcı bu dönemin düşünsel alt yapısına dayanmıştır.
Yaklaşık son 10 binli yıllara (Milattan Önce 8000’li yıllar) geldiğimizde, insanlar her olay türüne göre tanrı yaratmaya başlamışlar ve bunu putlarla da simgelemişlerdir. Bilinen tanrılardan bazıları; bereket tanrısı, iyilik tanrısı, kötülük tanrısı, adalet tanrısı, aşk tanrısı, deniz tanrısı, gençlik tanrısı vb. Bu aşamanın adı “tanrısal düşünme” dönemi olarak ifade edilmiş.
Milattan önce 1000’li yıllara gelindiğinde bu kez, “felsefi düşünce” ile insanlar merak ettiklerini sorgulamaya başlamışlar. Bunun için soru sormaya ve sorduğu sorulara akılla cevap bulmaya çaba göstermişler.
Felsefik düşünmeyi keşfeden insanlık, Milattan sonra 3.yüzyıl ile 17.yüzyıl arasında felsefeyi dinin hizmetinde kullanmıştır. Yani, dini olarak ortaya konulan konuları felsefe ile ispatlama çabası içerinde olmuşlar. Bu düşünme aşaması “teolojik ve dinsel düşünme” dönemi olarak adlandırılmış.
Çağımıza uymasa bile günümüzde, yukarıda ifade edilen (biyolojik, sihirsel, mitolojik, tanrısal, felsefi) düşünce biçimlerini sürdüren insan ve toplumlar mevcuttur.
İnsanlık 1700’lü yıllara geldiğinde aklı kullanmayı yani sorunlarını akıl ile çözmeyi keşfetmiştir. Bu aşamanın adı “akıl ve bilimsel Düşünme” dönemidir. Bu aşama, İslam ile gelen ve İslam’ın farzı niteliğinde olan aklın kullanımını esas almaktadır. Doç.Dr.Abdülaziz Bayındır’ın ifadesiyle, Kuran müminleri daima aklı kullanmaya çağırır. Kuran’da 16 yerde ‘saf akıl anlamında; lübb’ geçer. Bununla birlikte aklı kullanma anlamındaki kelime ise 48 yerde geçer.
İnsanlık, bir sonraki aşamaya komple geçmemiştir. Bugün dahi bazı insanlar halen büyü, bazıları teolojik ve dinsel düşünce veya diğer aşamalarda bulunabilmektedirler.
Bunların her biri bir öncekinden daha üstündür ve insanlığın kazandığı bir üst aşamadır.
Çağdaşlık, düşünce olarak çağa ayak uydurabilmektir. Bugün bu düşünmenin adı bilimsel düşünmedir. Yani düşünürken, aklın ve bilimin ortaya koyduğu düşünme yöntemlerini kullanarak düşünmektir.
Bilimsel düşünme çok basittir.
Olaylar karşısında, tartışmalarda, sohbetlerde konuyu anlamak için KİM sorusunu sormadan, yani kimin yaptığına odaklanmadan bunun yerine NİÇİN sorusunu sormaktır. Örneğin bir çocuk ağlıyorsa, ağlayan çocuğun kim olduğundan ziyade, çocuk NİÇİN ağlıyor sorusunu sorarak işe başlamaktır.
Süslü bir şekilde anlatılan bir olayı sorgulamadan kabullenmek yerine, anlamaya çalışmak, anlayabilmek için KİM sorusu hariç, (NİÇİN, NE ZAMAN, NEDEN, NASIL gibi) sorular sormaktır. Zira bir konuyu anlatırken bu sorulara cevap verecek tarzda anlatmaktır.
İşte çağdaş olmak, çağı yakalamak, giysilerle değil, çağın gereği olan düşünme biçimi ile olmaktadır.
Atatürk’ün çabası, insan olarak ve toplum olarak dünyada saygın bir yere sahip olabilmek için şimdilik daha üst bir aşama olan bilimsel düşünme aşamasına geçmemizi sağlamak yönündedir. Türk insanına da bunu kazandırmaya çalışmıştır. Bunu en veciz şekilde “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi tercih edin.” demiştir.
Prof. Dr. Niyazi Kahveci, insanlığın düşün evrelerini şöyle sınıflandırmıştır:
- Biyolojik düşünme (insanlığın yaratılışı ile başlamıştır),
- Sihirsel düşünme (milyonlarca yıl),
- Mitolojik düşünme (son 50 bin yıl),
- Tanrısal düşünme (son 10 bin yıl),
- Felsefi düşünme (başlangıcı MÖ. 1000’li yıllar),
- Teolojik ve dinsel düşünme (MÖ.3 - MS.18’nci asır arası dönem),
- Akıl ve bilimsel düşünme (MS.18’nci asırda başlamıştır).