Hep merak etmişimdir?
Araplar, Birinci Dünya Savaşının en kritik döneminde (1916), yüzyıllardır birlikte oldukları Osmanlı‘ya neden isyan etmişlerdir!
Osmanlı, Avrupa ülkelerindeki gelişmelerin çok gerisinde kaldığını farkettikten itibaren bunun sebeplerini bulma yönünde çabalar göstermeye başlamıştır. Bu bağlamda;
- Sultan II.Mahmut zamanında (1839) Tanzimat Fermanını ilan etmiş,
- Abdulhamit döneminde (1976) Kanun-i Esasi’yi kabul etmiş,
- Abdulhamit döneminde1908 inkılabı ile Anayasal düzene geçmiştir.
Araplara göre,
1. Tanzimat Fermanı, Kuran’dan ve Peygamberin sünnetinden elde edilen İslami Öğretilerden ayrılarak bizzat bu yolu benimseyenlerin bile anlamadığı Batı tarzı yeni ve garip bir yola girme macerasıdır.
2. Anayasal yönetime geçen Türkler, diğer unsurların yapısını bozmak ve kendi yönetimleri için tehlike olacak şeyleri bertaraf etmek maksadıyla bir Türkleştirme politikası izlemeye başlamışlardır.
3. Sonuçta ittihatçıların dar görüşlülükleri yüzünden hilafet ve saltanat idaresini kendilerince meşruti bir milli hükümete çevirmeleri ve Müslüman Arap hükümranlığını Batı ruhuyla işlenmiş zorba bir yönetimle değiştirmeleri yüzünden Araplarla Türkler arasındaki bağlar kopmuştur.
Birinci Dünya Savaşı devam ederken Araplar, en büyük hakları olduğunu iddia ettikleri bağımsızlıklarına ulaşmak için Osmanlı’nın savaş halinde olduğu İngiltere ile yazışmalara başlamışlardır.
Yapılan görüşmeler esnasında İngiltere, Arap bölgesindeki tüm insanların Türk ve Alman boyunduruğundan kurtularak bağımsızlık ve özgürlüklerine kavuşmaları için, Mekke Şerifi’nin komutası altındaki Araplara yardım etmeyi kabul etmiştir.
Araplar kendilerini; “Arap demek müslüman demektir.“ şeklinde görürken Arap ayaklanmasının (1916) İslam’ı savunmak maksadıyla yapıldığını ve amacının Allah tarafından kendilerine verilen bir makamı geri almak olduğunu iddia etmişlerdir.
Yukarıdaki bütün sözler ve değerlendirmeler Osmanlı parlementosunda Mekke milletvekili olarak görev yapan ve daha sonra Osmanlıya isyan eden (daha sonra Ürdün Kralı olan) Abdullah’a aittir.
Bununla birlikte aşağıdaki ifadeler de (Kral) Abdullah’a aittir.
- Parçalanması istenen bir ülkede bir istek karşısında yöneticiler aciz ve hazırlıksız oldukları için kargaşa ve tereddütler ortaya çıkmaya başlıyor ve ülke içindeki çeteler kendilerine ne söylenirse onu yapmaya başlıyor.
- Merkezi Mısır’da bulunan Arap Birliği (1945) son derece tehlikeli bir şeydi. Büyük bir isim altında kapsamlı bir propaganda söz konusu idi. Ancak burada toplanan temsilcilerin milli talep ve amaçlarla hiçbir şekilde alakaları yoktu. Bu birlikte yer alan her devlet bir büyük devletle bağlantı halindeydi ve onlara verdikleri sözlerin dışında hareket etme imkanları yoktu.
- Kültür ve ekonomi çok hayati öneme sahiptir, çünkü milletler onlar sayesinde ya bağımsızlıklarını kazanır ya da adet ve inançlarını kaybederler.
Sonuç olarak,
(Kral) Abdullah’ın bazı değerlendirme ve çıkardığı sonuçlar Osmanlı idaresindeki Arapların İngilizler tarafından nasıl kullanıldığını ele vermektedir.
Ülkeler zayıf düştükleri anda, ülke işerisinde bulunan çeteler dışarıdan alınan talimatlara göre hareke geçerler. Günümüz Suriyesi’nde de bu olayı adeta canlı yayın gibi yaşamaktayız.
İsyan edenin, işbirliği yapanın mutlaka bir mazereti vardır. Bu mazeretin geçerliliği veya geçersizliği isyan ettiği ülkenin gücü ile doğru orantılıdır.
Ülke bütünlüğünün muhafazasında güçlü ekonomi ve güçlü ordu bir koşuldur.