Selim Buğra

Villa Kent… 

Selim Buğra

Dünya, ABD seçimlerinde Demokrat aday Jeo Biden’in 59. Başkanlık seçimlerinden Cumhuriyetçi aday Donald Trump’u devirmesinin sonuçlarını konuşurken, haliyle dikkatler bir taraftan da küresel güç rekabetinin diğer ucundaki Çin’e kaymış durumda. Çin bir yönüyle komünist bir devlet yönetimi ile idare edilirken, bir yönüyle de serbest ticaret kurallarına göre piyasa dinamiklerine uygun ilginç eklektik bir yönetim modeli ortaya koyuyor. Kapitalist dünya düzeninin temel avantajlarını lehine kullanması ve bunu bir güç yayılımı etrafında zamana yayması Çin’in geleneksel savaş stratejisi ile de uyumlu bir çizgi. Çin hedeflerine elverişli enstrümanlar ile politik akıl arasında, real politik bir denklem kurmak suretiyle her alanda önemli başarılara imza atıyor.

 

Çin’in küresel ölçekte başarısı sadece komünist devlet yönetiminin avantajları ile kapitalist ekonomik kurallar arasında sağlanan güçlü intibaktan mı sağlanıyor? Çin’i bugün güçlü ve etkili kılan en önemli faktör, her alanda zamanın ruhuna uygun bir perspektif üzerinden temel politikalarını belirlemesine imkan tanıyan bir ‘zihinsel devrim’ başarısını göstermiş olmasında yatıyor. Klasik üretim yerine Çin, hayatın her alanında insanlığın genel eğilimlerine uygun konseptler belirliyor, temel stratejiler geliştiriyor… Onlardan bir tanesi de Türkiye’de yaşanan akıl tutulmasının en büyük göstergelerinden biri olan Toros dağlarının parça parça kesilerek ton fiyatı üzerinden Çin’e satılması meselesidir… Türkiye, Çin yılı gibi gündemler yoluyla, sürekli Çinli turist sayısını artırmanın hesaplarını yapadursun, Çin, Türkiye’den kesip götürdüğü dağ blokları ile inşa ettiği yapay parklar marifetiyle tüm dünyanın cazibe merkezi olmaya devam ediyor… 

 

Çin’in pek çok alanda olduğu gibi turizm alanındaki başarısı da, insan eğilimlerini doğru okuması ve yatırımlarını bu eğilimler doğrultusunda  konuşlandırması ile açıklanabilir. Çin turizm stratejisini, doğal güzelliklerin ve geleneksel kültürlerin /dokuların korunmasına ilişkin eğilimler üzerinden kurgulamış görünüyor. Sürekli doğaya yatırım yapmış olması başka türlü nasıl açıklanabilir? Artık modern insan için doğaya kaçış dönemidir yaşadığımız yıllar. Jan Jak Rosseu, daha 1755 yılında yayınlanan ‘İnsan Eşitsizliğinin Kökeni’ne Dair’ isimli eserinde dile getirdiği gibi, kapitalist sistemin insanlar arasında yarattığı eşitsizlikler karşısında insanın özgürlüğünü ancak doğaya dönmekle bulabileceğini söylerken yanılmıyordu. Günümüz insanı tıpkı Rosseu’nun ifade ettiği gibi, üretim ve güç tekellerinin yarattığı vahşi çarklar arasında ezilirken, nefes almasına imkan veren, doğasının güzelliklerini yaşayabileceği bir dünya arayışındadır. Doğal güzelliklerin yanı sıra bozulmadan kalan geleneksel dokular, geleneksel inanç ve töreler, geleneksel mutfak türleri bu nedenle önemli bir merak konusudur bugün.  Günümüz modern insanı farklı gelenek ve görenekler üzerinden yaratılan yeni heyecan ve yaşam kanalları ile tek düze hale gelen monoton yaşam tarzından sıyrılmak istemektedir. Bu nedenle çoğu zaman aynileşen yaşam standartlarından kaçma eğilimindedir. Allegorik bir benzetmeye maruz bıraktığı Gregor Samsa tiplemesi ile Kafka, modern kapitalist dünyada insanın bir böceğe dönüştürüldüğünü söylerken, hiç de haksız değildir. Sistem çarkları altında ezilen ve sömürülen insan doğal yaşam halini özlemekte, bu nedenle doğasına uygun bir dünya tahayyül etmektedir. 

 

Artık açıkça anlaşılmıştır ki denizlerini, dağlarını, kuşlarını, böceklerini, doğal hayatı koruyabilen, müzikten, sanata, yeme içme kültüründen, oyun anlayışlarına kadar temel değerlerine sahip çıkan ülkeler, sözünü ettiğimiz yeni turizm pastasından en büyük payı almaya yatkın ülkelerdir. Zira Çin, Toros dağlarından keserek, bloklar halinde dağlarımızı parçalamak suretiyle, tüm dünyanın ilgisini çeken ve turist akınına davetiye çıkaran anıt türünden yapay parklar oluşturmaktadır. Bu sayede de günden güne bu alandaki turizm gelirini katlamaya devam ediyor. Türkiye, her biri anıt park olabilecek görkemli dağlarını Çin’e küçük ücretler karşılığında talan ederken, Çin kendi kayalıklarını milli park ilan ediyor… Ülke çapındaki 200’ü aşkın milli parkı ile Çin her yıl, ortalama olarak 2 milyondan fazla turist ağırlıyor. Çin için doğal parklar yoluyla 2030 yılına kadar öngörülen turizm geliri ise 2,6 trilyon dolar… 
 

 

Çin’le sıcak ilişkiler kuran Kuşak Yol projesinin bir parçası olan Türkiye’de ise, Çin’in aksine bir zihinsel daralma yaşanıyor. Bunun bir tür akıl tutulması mı, yoksa ülkenin doğal güzelliklerinin ekonomik rant için bir kalemde harcanması mıdır, bunu okurun değerli yorumlarına bırakıyorum. 

Karadeniz bölgesine yönelen Arap turistlerin ilgisini artırmak amacıyla, 10 yıldan bu yana sürmekte olan Karadeniz yaylalarının betonlaşma hikayesi yaşadığımız zihinsel alandaki gerilemenin önemli göstergelerinden biridir bugün. Karadeniz ne yazık ki politik aklın seferberliğinde, devlet olanakları ile doğal güzelliklerin bir talana dönüştürülmesi ile sonuçlanan bir dramın hikayesine ev sahipliği yapıyor. Geldiğimiz noktada, Arap turistler bile yaşanan aşırı betonlaşma olgusu karşısında isyan ediyor.. Arap turistin sayısının artırılması için dönemin Orman ve Su İşleri Bakanı Eroğlu’nun “müjde” kabilinden yaptığı açıklamalar, yaşamakta olduğumuz akıl tutulmasını özetler mahiyette. Eroğlu, 2017 yılında Trabzon’un doğal güzelliklerinden biri olan Uzungöl çevresinin bütünüyle betonlaşmasına çare aramak yerine,  “Bu bölgeye bir değil, en az üç tane Uzungöl gibi muhteşem turizm merkezi kuracağız” demekteydi!

İşin garip tarafı doğal güzelliklere bir koruma kalkanı sağlaması gereken Sayın Bakanın, sözünü ettiği yapay göllerden birine dönüştürüleceği anlaşılan sit alanı statüsünde koruma kalkanı bulunan ülkemizin 223. Tabiat Parkı Kadıralak’ın statüsünün değiştirilmesiydi... Kadıralak Yaylası’nın 3. Derece doğal sit alanı olan koruma statüsü bir hokus pokus marifetiyle değiştirilmiş, bir kısmı ‘Nitelikli Doğal Koruma Alanı’, geri kalanı ise ‘Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’ olarak ilan edilmiş, böylece korkunç bir betonlaşmanın/ talanın önü açılmıştı. 

 

Karadeniz gibi ülkenin en büyük doğal zenginliği ve ortak mirasına yönelen bu ekonomik tabanlı kuşatma yer yer mahkeme kararı ile durdurulabilmiştir.  Bunlar ise siyasal iktidarın tüm devlet olanakları ile ‘ekonomik kalkınma” gibi hakim bir üst söylem dolayımında üzerine çullandığı bölgenin, güzelliklerinin korunması adına başta TEMA olmak üzere, doğa koruma dernekleri, STK’lar ve bölge insanının canhıraş bir feryatla verdiği hukuk mücadelesi ile mümkün olmuştur. Denilebilir ki, bu küçük ama haklı mücadelede örgütlü toplum kuruluşları ve halkın ortaya koyduğu sağduyulu tepkiler olmasıydı, zannederim ki bugün Karadeniz doğal zenginlikleri, tüm betonlaşma ve talana rağmen tam anlamıyla buhar olup uçmuş olabilirdi… 

Bir zihniyet körlüğünün,- tüm ilerlemelere rağmen-, bir medeniyet telakkisinin ölçüt olarak sadece yol, köprü, inşaat üzerinden deklare edilmesine ilk o açıklamayı duyduğumda tüm hücrelerimle derinden sarsılmıştım. O an bir Amerikalı kızılderili reisi olan Şef Seatle’in dönemin ABD Başkanı’na yazdığı tarihi mektup hatırıma gelince, bir kez daha kahroldum. Medeniyetin şekilden, paradan puldan ibaret olmadığını, o çıplak, kara derili adamın cümlelerinden sarih biçimde kavramış olmak, tıpkı yeni bir üniversiteden mezun olmak kadar tatmin edici geldi. O iki sayfalık mektup, insan ile doğa arasındaki diyalektiği samimi bir şekilde resmediyordu, Fransız insan hakları bildirgesi gibi bir tür manifesto hükmündeydi, bir tür ilahi bir kanaldan akmakta olan mezamir tadında, Upanişadlar tadında, insan ruhunu göklerden akmakta olan yağmur suları ile yıkayıp asli yörüngesine  oturtmak gibi bir misyonu ifa ediyordu… 

Şef Seatle 1850’li yıllarda bu mektubu gönderdiğinde Başkana, beyazlar (ABD), tüm Amerika kıtasını içinde yerli Kızılderili medeniyeti de olmak üzere, boydan boya hak ile yeksan etmişlerdi… Beyaz adam sadece Kızılderili medeniyetini yok etmekle kalmadı, bir parçası olduğu doğayı da kökünden tahrip ederek kendi sonunu hazırladı. Şef Seatle haklıydı, toprak ile insan tıpkı kan gibi birbirine bağlı unsurlardı, birinin ölümü diğerinin de sonunu getirmekteydi. Gelişmiş G7 ülkeleri bugün Paris İklim anlaşması ile dünyanın doğal dengesini bozan karbon monoksit gaz salınımının önüne geçmek için büyük bir mücadele veriyor. Ancak, determinist bir bakış açısı ile kabul etmek gerekir ki sadece sonuçları ile mücadeleyi öne çıkaran bu doğayı koruma refleksi, geç kalmış olan bir mücadele. Doğa ile savaşan ve kendisini galip ilan eden insan, tahrip ederek yok ettiği doğa ile aynı kaderi yaşamak gibi bir nihai son karşısında şimdi kıyametinin önüne geçmek için tüm gücüyle doğaya sarılmış durumda, ne hazin bir öykü…

Karadeniz için yürütülen doğayı tahrip ve talan girişimleri, tüm ülke çapında olduğu kadar Malatya için de bir tür tehdit haline gelmiş görünüyor. Türkiye genelinde olduğu gibi Malatya’da da benzer bir rant zihniyetinin şehrin doğal iklimini ve güzelliklerini sömürüye açan, tahrip eden bir betonlaşma garabetinin bugünlerde yine depreştiğini görmek hem ülke adına hem de şehir geleceği adına hüzün vericidir.
Kabul edilmelidir ki yaşamakta olduğumuz şey dünyevileşme, bir tür sosyal darwinizmin muhafazakar türevinin sosyal hayat alanında yaratmakta olduğu yeni ayrımcılık politikası olmaktadır. Elitist politikalara reddiye geliştiren muhafazakar aklın, dünyevileşmenin baş döndürücü etkisi altında kendisini kaybetmesi, akabinde ise sosyal projeler yerine “sınıf” imtiyazını öne çıkaran uygulamalar içerisine girmesi her alanda olduğu gibi, yine ortak doğal zenginliklerimiz için bir tehdide dönüşmüş görünüyor. Battalgazi Belediyesince Beydağı eteklerine yapılması düşünülen “Villa Kent Projesi” bu kapsamda, şehir doğasını ve güzelliklerini ortadan kaldıran, doğal hayatın insan yaşamına sağladığı avantajları son erdiren, tüm çıplaklığı ile ortak miras olan dağlarımızın talan edilmesi ile sonuçlanacak olan bir betonlaşma, bir doğa katliamına yol açabilecek tehlikeli bir girişimdir. Hangi mevzuat hangi imar yasası izin verirse versin, dağların betonlaşmaya maruz bırakılması tarihi bir yanlıştır. Dağlarımızın talan edilmesine ve nefes kanallarımızın tıkanmasına yol açacak, doğamızı tehdit edecek bu türden projelere karşı sadece bölge insanı değil, başta mimarlar ve mühendisler odası, şehir STK’ları ve büyükşehir belediyesi gibi aktörler çokça zaman geçmeden ‘şehir geleceğini” kurtarmak adına harekete geçebilmelidir.

Beydağı eteklerinde kurulan yüksek TOKİ konutları ile şehrin en güzel simgelerinden biri olan Beydağı, tüm görkemini kaybetmiş, bu vesile ile dağlardan akıp gelen temiz hava akımının önü kesilmiş, şehir kimliği ise derin bir yara almıştı. TOKİ bloklarının Beydağı eteklerindeki varlığı şehir kimliği ve geleceği açısından hayati bir sorun olmaya devam ediyor. Sırada Battalgazı Belediyesi’nin bugünlerde öne çıkardığı ve lansmanını yaptığı villa kent projesi arzı endam etmektedir.  Mesele yukarıda da ifade ettiğimiz gibi zihniyet alanında yaşanan bir sorun alanına gönderme yapıyor. Tek tek bu zihniyet daralması ve rant hesapları ile uğraşmak mümkün olmadığına göre, çözüm adına, söz konusu doğal ve tarihi güzelliklerimizi korumak adına üst bir kalkana ihtiyaç vardır. 

Zihniyet alanındaki daralmayı ve rantçi zihniyetin önünü kesmenin yolu öyle gözükmektedir ki, anayasal düzlemde doğal güzelliklerimize ve zenginliklerimize bir güvence sağlamaktan geçiyor.. Anayasal bir koruma kalkanı olmaksızın, iktidarların ilgili bakanlıklarına keyfiyetine bırakılan doğal zenginliklerimizle ilgili tasarruflar ülkenin her alanında bir talan politikası ile köklü bir darbeye maruz kalmaktadır. Henüz ortada anayasal bir koruma kalkanı olmadığına göre, şehir bileşenleri, ilgili yerel STK’lar ve duyarlı kent sakinleri dağlarının talan edilmesine ve yaşam sahalarının giderek nefes alamaz noktaya gelmesine karşı demokratik tepkilerini her platformda aramalıdır. Çünkü ülkede kamu yararını gözeten adil mahkemeler vardır.

Tüm ülkede olduğu gibi Malatya’da yerel yönetimler, doğa katliamına yol açan projeler yerine, tıpkı Çin’de olduğu gibi doğal güzelliklerin korunmasına hizmet eden, onları öne çıkaran çalışmalarla örnek işler yapamazlar mı? Hem bunun için oldukça zahmetli olan farklı ülke ve şehirlerden dağ bloklarının ve kayalıkların kesilip getirilmesine de gerek yok. Beydağı gibi sadece kentin değil, Türkiye’nin en güzel zenginliklerinden biri karşımızda arzı endam ederken… Birkaç yıl önce futbol takımımızın UEFA kupasına katıldığı yıl, Avrupa kanallarında gösterilen Malatya şehrinin tanıtım görseli nefis doğal güzellikler eşliğinde yayınlandığında, sanıyorum ki sadece sevgili Malatyalılar değil, ulus olarak bundan büyük bir mutluluk duymuştuk. İftihar vesilesi olan doğal zenginliklerimize yönelen her zararlı girişim bu nedenle sadece şehre değil, ulusumuzun değerlerine yönelik atılmış bir adım olarak telakki edilmeli. Yerel yönetimler villa yapabilir elbette ki, buna kimsenin itirazı yok yeter ki ortak zenginliklerimizin talan edilmesinin önü açılmasın… 

Yorumlar 9
Melitalı 12 Kasım 2020 18:06

Selim Bey öncelikle bir Malatyalı olarak size canı gönülden teşekkür ederim. Tespitleriniz o kadar doğru o kadar yerli yerinde ki... Güzelim Malatya artık tanınmaz hale getiriliyor ki bizler de seyirci kalıyoruz sadece. Sizin gibi yazarlarımız bizlerin sesi oldukça bu yanlışlardan vazgeçilir,yetkililer duyar sesimizi . Rant için hatalar yapılıyor olan yine Malatya'ya oluyor .Selim Bey doğruları yazmaktan vazgeçmeyin. Bizlerin savunucusu bizlerin temsilcisi, sesi olmaya devam ediniz.

Malatyam 12 Kasım 2020 17:53

Ne doğru tespitler bunlar. Rant için güzelim Malatyamı ne hale getirecekler ? Yetkililer bu sesi duyar yazıyı okurlar umarım. Yanlıştan vazgeçilir.

Malatyalı H. 12 Kasım 2020 17:49

Selim Bey tespitleriniz çok doğru ve yerinde . Umarım sesiniz duyulur ve bu yanlıştan vazgeçilir. Halkın sesi lütfen devam ediniz.

Kayısı Kentli 12 Kasım 2020 15:47

Elinize ve kaleminize sağlık. Malatya'nın sorunları ile ilgilenmeniz takdire şayan.

Malatyam 12 Kasım 2020 15:26

Malatya'nın sorunlarını dile getiren güzel yazılar kaleme alıyorsunuz.

Bayram 12 Kasım 2020 15:21

Malatya'nın sorunlarını bu kadar güzel dile getirdiğiniz için çok teşekkür ederiz kaleminize sağlık selim bey

İbrahim 12 Kasım 2020 15:06

Selim bey gayet güzel yazmışsınız kaleminize sağlık

Ardali 11 Kasım 2020 13:42

Selim Buğra Bey gayet güzel açıklamış içinde bulunduğumuz durumu. Umarım yetkililer halkın sesini duyup yaptıkları yanlıştan dönerler.

Mert 11 Kasım 2020 13:16

Canı gönülden tebrik ediyorum. Harika tespitler...

Yazarın Diğer Yazıları