Selim Buğra

Trollere karşı bir panzehir yazısı

Selim Buğra

Edward Said, oryantalizm isimli eserini kaleme aldığında, Batı’nın Doğu konusundaki mevcut ana egemen düşünce dünyasını tepetaklak etmekte olduğunu biliyor muydu acaba? Eser, Doğunun bir meydan okuması değildi, tersine Batı’nın ikiyüzlü bakış açısını ortaya koymak gibi devasa bir misyonu yerine getirdi. Böylesine çığır açan bir şamar beklemiyor olmalıydı Batı dünyası! Yıllarca ilkel, bağnaz, gayri medeni olarak niteledikleri Doğu’dan bir fikir işçisi, üstelik kendileri gibi aynı dinden (Said bir Hristiyan’dı) gelen bir münevver/aydın, bir külliyattan daha fazlasını içeren Oryantalist tüm muhtevayı nesnel delillerle yerle yeksan etmişti çünkü. 

Said, Oryantalizmin dayanağı olan tüm ana koordinatları titiz bir araştırma ve güçlü delillerle mesnetsiz bırakıyor, Batı’yı, Doğu’nun kadim gücünü anlamaya ve saygı duymaya davet ediyordu… 

Evrensel bilgi kaynakları ile beslenmekte olan bir fikir adamının, tıpkı Arşimet gibi kaldıracı ile dünyayı ayağa kaldırabileceğini gösterdi Said… Kendisi dışındaki dünyanın sömürülmesini ve biçimlendirilmesini kendilerinde bir hak olarak gören ve bunun kendilerine verilmiş bir tür misyon olduğunu ileri süren Batı, Said’in bu çığır açıcı eseri karşısında tıpkı bir karpuz gibi ikiye bölünmüştü… 

Eserin yayınlanması ile birlikte, başta Fransız ve İngiliz aydınlar olmak üzere Batı dünyasında büyük tartışmalar yaşandı. Batı belki de ilk kez, böylesine derin ve sancılı tartışmanın içine girmişti. Said onlara ayna tutuyordu, Batı ruh dünyasının ikilemlerini, karanlık sömürge emellerini deşifre ediyor, sömürülen Doğu’nun acı ve ızdıraplarını tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyordu.

Kral çıplak diyebilen, cesur ve analitik düşünce ikliminde hareket edebilen, evrensel normlarda bilginin gücünü kullanabilen kıvrak bir zeka; içinde büyüdüğü ve eğitimini aldığı Batı’nın Doğu’yu vicdansızca sömürge haline getiren kültürel sömürgeciliğine karşı bir tür panzehir üretiyordu. Bu sayede, ilk kez ciddi biçimde, oryantalizmin kökeni ve kaynaklarına yeniden dönüş yapmak zorunda kalacaktı Batı…

-Hristiyan dünyası hala Doğu’nun tüm imkanları ile sömürülmesi amacıyla üstenci hegemonik bakış açısını değiştirmiş değil elbette ki. Demokratik söylemler etrafında da olsa hala Doğu’nun imkanlarının ve zenginliklerinin iç edilmesi için büyük bir küresel mücadele tüm acımasızlığı ile devam ediyor…

Bugün Suriye’de, Irak’ta Afganistan’da devam eden kanlı savaşların arkasında Batı’lı karanlık emeller yok mu? Ekonomik çıkar temelinde yaşanan bu kirli mücadelede Batı’nın yol açtığı terör bataklığı önünde sonunda, bir gün kendisini de vurmayacak mı?

-Said, Mısır’da İngiliz eğitim sisteminin yetiştirdiği Hristiyan bir ailenin çocuğuydu.  Batılı bir eğitim sisteminin bir ürünü olarak, akademik alanda çok değerli eserlere imza attı. Eserlerinde Batı’nın Doğu üzerindeki hegemonik sorun alanlarına çentik atıyor, Batı’nın vicdansızlıklarını, gizli emellerini ortaya koyuyor, Batının çirkin emellerini gerçekleştirmek için izlediği siyasal ve kültürel propaganda tekniklerini deşifre ediyordu. 

Haberler Ağında İslam, Şarkiyatçılık, Kültür ve Direniş gibi eselerinde, Batılı medya ve enformasyon merkezlerinin İslam ve Doğu konusundaki ikircikli, İslam’la terörü bağdaştıran bilinçli saptırmalarına karşı, onların gerçek yüzlerini ve niyetlerini açığa çıkarmıştı. 

Yahudilerce büyük baskı altındaydı, üniversiteden atılması için bir tür sürek avının öznesiydi. Ancak bu baskı bile onu hiçbir zaman geri adım atmaya yöneltmedi. Bilgiyi bir güç olarak kullanan bir entelektüelin yaşanan haksızlıklara karşı, güçlü bir ses olabileceğini hem yazıları ile gösterdi Said, hem de eylemleri ile… Düşünce ve ifade hürriyeti sadece düşün ve yazın alanında değil, tamamlayıcı unsur olarak aynı zamanda eylem alanında da entelektüelin yol göstericiliği üzerine inşa ediliyordu zira…

O Filistin davasının da sarsılmaz bir kahramanıydı. Uluslararası üne sahip bir entelektüel olarak, İsrail vahşetine karşı, sahaya inmişti. Tıpkı Filistinli küçük çocuklar gibi, İsrail askerlerine sembolik de olsa taş fırlattığı zaman (3 Ekim 2000), sadece İslam dünyası değil, tüm dünya bu küresel vicdana karşı, şapka çıkarmaktaydı. Nitekim ölümü ile birlikte uluslar arası alanda Filistin davası yetim kaldı, ne yazık ki.

Ez cümle, evrensel vicdana sahip entelektüel Edward Said’lerimiz neden ülkemizde yetişmiyor? İçinde doğup büyüdüğümüz/eğitim aldığımız ülke sınırları içinde, hem ulusal hem de uluslar arası sorunlara karşı evrensel modda tepki koyabilen, yol gösteren aydınlarımız nerede? Üzülmek mi gerekir, yoksa bunun yol ve imkanları üzerinde kapsamlı bir çalışma yapmak mı gerekir, bilemiyorum! Ancak, mevcut eğitim sistemi ve sahip olduğumuz siyasal ve kültürel koşullar altında, gerçekte, yanlışlara, haksızlıklara, antidemokratik tüm uygulamalara ses veren, yol gösteren kaç aydınımız var bugün? 
Siyasal sistemin ana yörüngesi etrafında oluşmakta olan antidemokratik havanın ve yaşamakta olduğumuz kronik sorunların aşılması yolunda münevverlerimiz sahi neden bu kadar sessiz? Ortak iyi için her bir aydına büyük sorumluluklar düşmüyor mu? 

Gercek bir entelektüelin dünyanın yörüngesini yerinden değiştirebilecek imtiyaza sahip olduğunu gösteren bir figürdü Edward Said. 

Keşke bizim de bir Edward Said’imiz olsaydı…

**

NOT 1: Tüm bunları niye mi yazdım derseniz? Şehit Fevzi Mahallesinde yaşanan kentsel dönüşüm konusunda kaleme aldığım yazı için, bir okur, şöyle demiş, “eline klavye alan herkes nasıl yazar olabiliyor/” diye, galiz bir saldırıda bulunmuş. Mesele keşke yazar olmakla sınırlı olsa. Bizim düşünce adamı yetiştirmek gibi bir kallavi sorunumuz var oysa... Korkarım ki düşünce dünyasındaki bu kısırlık ve sessizlik kent tasarımı açısından yaşadığımız çarpıklıklardan çok, geleceğimizin yapı taşlarını tamamen imha edecek boyutta! Trollük zannederim ki böylesine bir öngörüyü göremeyecek kadar küçük çıkarlar denkleminde boğulmuş bir zihniyete göndermede bulunuyor bugün…

NOT 2: Bu konuda öne çıkan isimlerden biri de yeni dönemin pırıltılı oryantalistlerinden Ünlü Tarihçi Bernard Levis’dir.  Levis’in ‘Müslüman Öfkesinin Kökenleri” isimli çok ses getiren makalesinde dile getirdiği üzere, İslam dünyasının medenileştirilmesi için Batı’nın üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekiyordu. Ona göre geri kalan, bu dünyanın ehlileştirilmesi, bir kıvama sokulması şarttı, ilerlemekten ve medeni dünya ile bir araya gelmekten uzak olan Doğu’nun/İslam dünyasının ehlileştirilmesi ancak Batı’nın müdahalesi ile mümkün olabilirdi. O’na göre, Yahudi ve Hristiyan medeniyetinin sorması gereken soru, “neden bizden nefret ediyorlar” değil, “Neden bize saygı göstermiyorlar, bizden korkmuyorlar” olmalıydı… Levis, Birleşik devletlerin korku politikası izlemesini/zorba yöntemlere başvurmasını talep etmekteydi. Levis’in yüzlerce eser ile bıraktığı miras tıpkı öncülleri oryantalistler gibi, böylesine sancılı ve gerçeklere aykırı olan bir mirastı…

Yazarın Diğer Yazıları