Selim Buğra

'Müfettiş' ya da 'Bir Başkadır' hikayemiz!

Selim Buğra

8 yıl gibi bir süre boyunca zihnini hep meşgul etti, uzun bir düşünme ve yeniden kaleme alma süreci sonrasında, 4 perdelik tiyatro eseri için mükemmele yakın bir kıvamı tutturmayı başarmıştı Nikolay Vasilyeviç Gogol... Henüz 25 yaşında olmasına rağmen, dönemin edebiyat efsanesi Puşkin’in önerisi ile “Müfettiş” isimli eserini kaleme aldı. 1836 yılında ilk yayınlandığında, dünya edebiyat klasmanında, bir edebiyat eserinin toplum ve devlet hayatını köklü biçimde etkileyebileceğini kim hesap edebilirdi ki? Yaşamın tüm tonlarında toplum katmanları ile iç içe yaşayan Rus edebi çevrelerinin başarısını biraz da burada aramak gerekir. Akmakta olan kanlı canlı hayatı resmetmekte gösterilen başarının arkasında, edebiyatın toplum hayatının bir tür aynası ve yaşamın önemli bir aracı olarak merkezde konumlandırılması vardır zira.

Evet, edebiyatın toplumsal dinamikler üzerindeki etkisini gösteren en çarpıcı eser oldu “Müfettiş”…  Bir tür meşaleydi yaktığı Gogol’ün… O meşale sayesinde, bir toplum yaşamakta olduğu sorunları bütüncül bir çerçevede konuştu, tartıştı, kendi aralarında müzakere etti, bir yol buldu bu sayede, akıp gitti hayat doğal dengesini buluncaya dek… 

Müfettiş 4 perdelik bir tiyatro eseri olarak, kim bilir yazarının bile tahmin etmekte zorlandığı devrim mahiyetinde bir etkiye yol açtı. Şartları olgunlaşmış bir kelebek etkisi miydi bu? Sistemin yaratmış olduğu tahribat ve halk nezdinde meydana getirdiği ağır sorunlar öyle bir noktaya gelmiş olmalıdır ki, bir kelebeğin kanat çırpınışları bile, dağların zirvelerinden gürültüyle akıp gelen bir çığa dönüşmek üzereydi...  Kelebek şekil değiştirmiş bir tiyatro eseri ile nevzuhur etmiştir bu aşamada.

Sosyolojik bir dönüşüm hikayesinin kanat açması/start alması çoğu zaman uzun zaman aralıkları ile gerçekleşir. Sözünü etmekte olduğumuz realiteyi en iyi ifade eden isimlerden biridir Fernand Braudel, hacimli eserlerinden biri olan “Akdeniz”’inde anlattığı... Braudel’in de altını çizdiği gibi toplumların hayatlarında çoğu zaman on yılları/yüzyılları alan zaman dilimleri içinde gerçekleşir sosyal devrimler… Zamanın tahrip edici etkisi ile koşullar öyle bir noktaya gelir ki bazen bir itici güç, toplumun içinde bulunduğu sarmalı aşması bakımından bir tür kaldıraca dönüşür, hayatın sıra dışı akan ritmini bir anda tersyüz eder, ritmini yeniden olağan kıvamına uygun olarak düzenler…

İlginçtir ki 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde Rusya’da bozulan ve giderek Rus toplumu için bir karabasana dönüşen yozlaşmış sistemin köklerine kibrit suyu döken ise bir tiyatro eseriydi… Gogol’un başarısını perçinleyen şey, sahip olduğu kıvrak ve ironik dilin yanı sıra, trajikomik alanda tüm ülkeyi bütünüyle kuşatan sinmişlik, korku ve ezilmişlik şalını toplumun üzerinden çekip almakta gösterdiği başarıda yatar. Çar Nikola’nın da ilk temsiline katılıp da henüz ne tür bir çığın altında kalabileceğini öngöremediği 1836 yılında yayınlandığında eser, zembereğinden boşalan bir ok gibi sistemin tüm yanlışlıkları ve genetik arızaları bir bir deşifre olur, tüm yerel ve ulusal eleştirmenlerin dikkatini çekmeyi başarır böylece. 

Otoriter Çar rejimi ezilen geniş halk kitlelerince elbette ki ağır eleştirilerin hedefindedir, ne var ki toplum üzerinde ağır bir hükümranlık kuran despot rejimi eleştirmek ve yüksek sesle bunu dile getirmek herkesin harcı değildir. Gogol gibi bir edebiyat dahisini bugün bile bizim için vazgeçilmez kılan bu nedenle sadece edebi alandaki başarısı değil, aynı zamanda herkesin kendi dünyasına/mağarasına çekilerek suskunluğu tercih ettiği bir dönemde ortaya cesaretle çıkması, ülkenin ahvalini ve gidişatını tüm çıplaklığı ile herkesin zihnine kazımakta gösterdiği başarıda aramak gerekir. Denilebilir ki Gogol’un mizah üzerinden döneminin bürokratik/sistemik hastalıklarına ve zaaflarına karşı doğrudan yönelttiği eleştiriler, toplumsal bir uyanışa, güçlü bir toplumsal muhasebeye, dahası güçlü bir sistem arayışına önayak oldu... 

O ironi sanatının cazibesini ve gücünü kullandı, trajikomik ülke hallerini güldürü sanatı ile birleştirdi, kahkahaların arkasında yatan gerçeklerin toplumun zihin dünyasında güçlü bir şekilde yer edinmesini sağladı... Gülünç duruma düşen sadece eserin içinde yer alan tipolojiler değildi hiç kuşkusuz. Sıra dışı oldukları düşünülebilir bu tipolojilerin, ne var ki etki derecesini artırmakta yakaladığı başarı, söz konusu tipolojilerin birebir yaşamın içinden, bürokrasiden alınmış gibi bir etki uyandırması ile açıklanabilir ancak. Bu nedenle eser, gerçeklik boyutu bakımından ‘sahicidir”, gücünü doğrudan pratik hayatın çarpık dünyasından alır, yozlaşmış sistemin yarattığı “bürokratik” otoriterizmle bütünleşen figürlerden alır… 
Bu haliyle eser, yerel yönetici ve memurlar dolayımında güçlü bir sistem eleştirisi ortaya koyar. Arkadaşına yazdığı bir mektupta Gogol, “Müfettiş benim yaşamımda bir dönüm noktası oldu. Rusya’daki rezaletleri bir araya toplamak ve halkı vurdumduymazlığa bir daha güldürmek istedim” diyecekti… 

Bir güldürü resitali ile getirilen çarpıcı eleştiri, Petersburg bürokrasisini hiç olmadığı kadar çılgına çevirdi…  Gogol bile bu denli ağır bir tepkiye şaşırmış olmalı. Evet orantısız bir tepkiydi bu.. Orantısızdı, zira Gogol adeta cürmü meşhud, diğer bir ifade ile suçüstü yapmıştı. 
Sistemin bam teline basmıştı, bu yüzden olsa gerek, sistemin merkezden uzak en ücra köşesinde bulunan bürokrasi kanalları tüm zehirlerini kusarak, Gogol’un zoraki de olsa ülke dışına çıkmasına neden oldu. Uzun süre  ülkesinin dışında yaşamak zorunda kalacaktı Gogol… İyi de oldu, bu sayede Ölü Canlar isimli, en önemli eserlerinden birini kaleme aldı…

Gogol’un çeperinden günümüze uzanan tarihsel çizgide esas olan unsur, Rus edebiyatı alanında ilk kez Fransız ve İngiliz yazın dünyasının taklitçiliğinden sıyrılarak, ülke gerçeklerine uygun bir eserin kaleme alınması, bu yönü ile ülke kaderinde çığır açan bir akımın öncüsü olmak gibi özelliğini hatırlatmaktı elbette ki… Kültür ve sanat alanında gerçekleşen üretimlerin toplumların kader ağlarını tayin etmede sahip oldukları gücün anlaşılması bakımından da özgündür Gogol’un Müfettiş’i… 

Bu haliyle artık açıkça söylemek gerekir ki, fikir ve sanat alanında toplumsal gerçeklikler üzerinden kurulan ve kaleme alınan eserlerin, vizyona giren film, belgesel ve dizilerin etki alanı, tıpkı Gogol’un yaklaşık iki asır öncesinde yarattığı etkiden hali değildir. Konular ve ana temalar farklı olsa da, mesele toplumun yakıcı sorunları üzerinden, bütüncül olmak gibi herkesin farklı algılamalarını tamamlayan, doğrudan hayatın farklı aksülamelini yansıtan çalışmaların kıymetini ortaya koymaktır ezcümle… 

Netflix tarafından yaptırılan, Berkun Berkun Oya’nın yazıp/ yönettiği “Bir Başkadır” dönem dizisi de bu mecrada zikredilmesi gereken özellikler taşıyor. İki açıdan dikkat çekici bir yapım niteliğine haiz dizi… Birincisi içinden geçmekte olduğumuz toplumsal travmaları, savrulmaları, ideolojik çatışma noktaları kadar ülkenin kronikleşen çatışma alanlarını resmetmiş olmasında yakaladığı başarılı ‘gerçeklik çizgisi”… Zira farklı eleştirmenlerin de haklı olarak, ifade ettiği gibi konuşan, tartışan ve düşünen bir Türkiye tasavvuru ortaya çıkardı dizi.. Üzücü olansa hayattan kopuk dizi ve yapımların kol gezdiği ülkemizde, toplumsal travma ve savrulmaları görmek, anlamak ve konuşmak için dış kaynaklı Netflix’ gibi bir mecra kaynağına olan ihtiyacımızın yüksek önemde anlaşılır olması… Bu haliyle aslında içine düştüğümüz açmazın ipuçlarını yakalamak mümkün, aynı merkezde yönetiliyor izlenimi veren medyanın, kitle iletişim araçlarının özgürlüğü meselesi hemen nasıl da sırıtıyor değil mi?

Dizi toplumun kılcal damarları arasında dolaşıyor, birbirinden kopuk farklı ideolojik noktalarda yer alan insanların kesişen hayatlarını merkeze alıyor, birbirine geçmiş sorunlar yumağında, sıradan insanların hayat kavgasına ışık tutuyor, ekonomik açıdan bir tür kast sistemini andıran sınıf farklılıklarını deşifre ediyor, dahası ülkenin yakıcı gündemini işgal eden Kürt sorunu gibi, laik-muhafazakar çatışması gibi, başörtüsü meselesi gibi çetrefil sorunlarla iç içe geçen hayatlar arasındaki çatışma hallerini tüm çıplaklığı ile ekrana taşıyor.

Toplumsal ilişkileri ve ideolojik çatışma hallerini yerli yerince irdeleyen “toplumsal” varlığımızın farklı şekillerini gözlerimizin önüne sokan “gerçekçi’ boyutu ile kurgusal olana galebe çalan yeni dönem dizilerinden biridir “Bir Başkadır..” dizisi…

Entelektüel dünyanın dizinin üzerine çuvallama atlaması ve meydana getirdiği tepkinin sınırları üzerinde yoğun bir tartışmanın içine girmesi ilk kez büyük bir fırtınaya neden olmuş gözüküyor. İşin garip tarafı ise, tartışmanın farklı uzmanlık alanlarında yer alan isimlerce tartışılıyor olması… Medyada ve farklı sosyal mecralarda konuşulan, yazılan ve çizilen görüşlere, eleştiri ve yorumlara bakılacak olursa dizinin ‘demokrasi’ temelinde yaşamakta olduğumuz gerçeklik hikayemizin ne’liğini nasıllığını sorgulatan, teşhis ile çözüm aralığında derin bir müzakere yolu açılmasına zemin hazırlayan ilginç bir uarasından söz etmek mümkün böylece…
 

Bir dizinin toplumsal travmalar temelinde demokrasi ve özgürlükler konusunu bu denli sade, anlaşılır ve sahici bir atmosfer bağlamında gündeme taşıması, toplumsal ilişkilerin farklı temas alanlarında kesişmesiyle ortaya çıkan ‘derin yalnızlığımız’ı, birbirimize olan yabancı kalma haline bir tür konsültasyon yapıyor, bu gerçeği tüm çıplaklığı ile zihinlerimize kazıyor. Artık anlaşılmıştır ki ülke gerçekliğinin gündeme taşınması hangi araç marifetiyle olursa olsun, hatırı sayılır bir perspektifin inşa edilmesine dayanak oluşturan bir nitelikli tartışmanın da önünü açıyor. Bu sayede, önümüzü aydınlatıyor, içinde bulunduğumuz karanlık yalnızlık hallerini daha iyi anlamlandırabiliyor, dahası farklı noktalarda bulunan iç içe geçmiş hayatlar arasında empati kanallarının açılmasını mümkün hale getiriyor, bir yönüyle de ayrıksı otlardan kurtularak “bütünleşme’ mottosunun anahtarlarını görebiliyoruzdur artık. 

Mimari başarının izdüşümlerini takip ettiğimizde iki yönlü bir disipline ulaşıyor olmak heyecan verici… Olabildiğince tarafsız bir gözlemci kimliği ile toplumsal olan’a yapılan zoom kadar, ülke gerçekliğinin ‘bütüncül’ bir persektif dolayımında ele alınması dizinin başarısını belirleyen en temel iki faktör olmuş. İnce bir işçilik, ustaca bir göz toplumsal alanda derin sondajlar yaparak yol almış, detaylar ile bütün arasında kurduğu korelasyon son derece başarılı. Diyalogların niteliği, çarpıcılığı ve de ustaca kurgulanmış olması her haliyle her türlü övgüyü hak edecek cinsten. Dizinin eksik ve kusurlu yönleri yok mu? Elbette ki… Ancak sağladığı gerçeklik duygusu tüm kusurların üzerini bir çırpıda örtüyor bu haliyle…

Ekonomik açıdan farklı noktalarda yer alan insan topluluklarının verdiği hayat kavgası ise ayrı bir tartışma konusu. Tüm ideolojik çatışma alanlarına karşı hayatın galebe çalan en önemli boyutu yaşam kavgası, bir yerde ekmek kavgası… Başörtülü Meryem ile psiyatr terapist Peri arasındaki gizli çatışma hali sadece laik-muhafazakar çatışması mı? Ya da Meryem’in dindar komando abisinin bir barda koruma olarak çalışması mı? Lüks residansında birden fazla kadını idare eden playboy tiplemenin yaşadığı lüks mü? Ya da mahallelinin kanaat önderi ile kurulan ilişkilerin ne’liği mi? Tüm bunların gönderme yaptığı sorun alanları, birbirimizi anlamamıza ve ekonomik alandaki çaresizliklerimize karşı, eğitimin, empatinin, düşünmenin erdemlerini gösterdiği için de değerli ve önemli. 

Gogol’un “Müfettiş”i  ile “Bir Başkadır” dizisi arasında kurduğumuz ilişki zannederim ki her ikisinin de gerçekler üzerinden uyandırmış olduğu çarpıcı etki ile ortak bir noktada buluşması ile açıklanabilir. Bugün hiç kimse ülkenin yakıcı sorunlarının teşhis edilmesi ve çözüm yolları üzerinde kafa yorulması konusunda kültür ve sanat eserlerinin etkili olmaktan uzak olduğunu iddia etmesin. Kültür de sanat da ülkelerin kimliğinin inşa edilmesinde önemli bir yere ve konuma sahip, dahası toplumların kendi kaderlerine sahip çıkmaları bağlamında ‘kilit’ taşlardan biri… Tıpkı Gogol’un Müfettiş’in de olduğu gibi… 

Yazarın Diğer Yazıları