Selim Buğra

Amerika İmparatorluğu çökerken…

Selim Buğra

Amerika seçimlerinde, cumhuriyetçi kanadın adayı ile Demokrat Jeo Biden arasında kıyasıya geçmesi beklenen ABD Başkanlık seçimleri, küresel ölçekte gündemi tümüyle işgal etmesi gereken ‘tarihi’ önemde seçimlerdir… Ulusal basında yer alan yazı, haber ve tartışmalara bakılınca, dikkatlerin, sadece Türkiye’ye etkileri üzerine yoğunlaşması, ancak ve ancak kuru bir sığlık göstergesi olabilir. 

Yapılmakta olan yorum ve analizler, kısaca Trump üzerinde yoğunlaşmış görünüyor, öyle ki ulusal çıkarlar bakımından Başkan Erdoğan’ın kişisel ilişkiler üzerinden kurduğu ‘dostluk’ ilişkilerinin ulusal çıkarlara hizmet edeceği varsayımı öne çıkıyor.  Uluslar arası sistemde ulusal çıkarların kişisel dostluk sınırları içinde bir öngörüye tabi tutulması zannederim bize özge bir durum olsa gerek.
İki açıdan üzüntü vericidir tartışmanın bu noktada düğümlenmiş olması. Birincisi ülkelerin en büyük zenginlik kaynağı olarak öne çıkan entelektüel sermayenin yetersizliği/kifayetsizliği meselesidir. Kabul edilmelidir ki bugün esas olan sadece teknik alandaki başarı ve savunma politikaları değildir. Bir ülkenin başarısını ve geleceğini tasarlamada belirleyici güç entelektüel sermaye olmaktadır zira. ABD’nin zaman zaman Fransız akademisyenlerden istifade ederek, gerek Afganistan’da gerekse Irak’ta karşılaştığı sorunları çözmek için raporlar yazdırması şaşılacak işlerden değildir. Fransız istihbaratının başında bulunan Count de Maranches’in bizzat Başkan Reagan tarafından Beyaz Saray’da ağırlanması ve Sovyetlere karşı sağlanan başarıda ana aktörlerden biri olmasının yanı sıra yine bir diğer Fransız akademisyen Fabrice Balanche’a ayrıntılı bir Suriye raporu yazdırılması bunlara örnek gösterilebilir… 
Amerikan imparatorluğu artık gerileme, dağılma ve çökme eşiğindedir... Soğuk savaşın bitmesi ile start alan bir süreçtir bu. SSCB’nin tarih sahnesinden çekilmesi Amerika için de benzer bir süreci tetiklemiş gözüküyor. Tek kutuplu dünyada süper güç olmaktan kaynaklanan rakipsizlik, bir tür güç zehirlenmesine neden olmuş, akabinde ise giderek kontrolden ve rasyonaliteden uzaklaşan politikaları Amerika, enerjisini ve küresel hakimiyetini derinleştirmek yerine, stratejik açıdan kan ve enerji kaybetmesine neden olan alanlarda efor kaybetmek gibi bir rizikonun içine düşmüştür. İmparatorluğun çöküşüne ilk olarak kaleme alan isimlerden biri “İmparatorluktan Sonra Amerikan Sisteminin Çöküşü” başlıklı kitabın yazarı Emmanuel Todd’dur. Todd, dünyada gelişen küresel güç mücadelesinde Birleşik Devletlerin stratejik hataları yüzünden kaybetmeye mahkum olduğunu yazmaktadır.

Foreign Affairs’in Mart 2010 sayısında çok dikkat çeken bir makale kaleme alan Nial Ferguson da benzer tespitler de bulunmaktadır. Ona göre de Amerikanın sonu yakındır... Ferguson ABD’nin bir anda hızla bir şekilde çöküşe geçebileceğini söylüyor makalesinde. O da, ABD’nin dünya ekonomisinde gerileyen gücüne dikkat çekerek, ekonomik üstünlüğünü kaybetmeye devam eden Birleşik Devletler’in kısa bir süre sonra küresel liderliğini kaybedeceğini ifade ediyor… 

 

İşin ilginç tarafı ise her iki yazarın ifade ettiği gibi ABD’nin her yıl dünya ekonomisine olan katkısının giderek aşağılara doğru seyretmekte olmasıdır. Amerika’nın yüzde 27’lerde olan dünya ekonomisi üzerindeki etkisi bugünlerde yüzde 20’lere çekilmişken, Çin ekonomisi ise dev adımlarla dünya ekonomisinde ilk sırayı almaya doğru emin adımlarla ilerlemeye devam ediyor…

 ABD ekonomik açıdan bütçesini zorlayan çoklu cephelerde savaşmak gibi stratejik hatalar nedeniyle önemli kan kayıpları yaşadı. Vietnam savaşı bunlardan ilkidir mesela, Irak savaşı, Afganistan, Suriye’de verdiği uzun zamana yayılan mücadelesi ile de derin kırılmalar yaşadı. Söz konusu ekonomik kayıpların yanı sıra Batı Pasifikte dünya deniz ticaretinin yüzde 40’ına tekabül eden bölgede izlediği Çin’i çevreleme politikası üzerinden Japonya’nın, Ortadoğu denkleminde yine Rusya’ya yanına çekmek için izlediği politika ile de Rusya’nın küresel bir aktöre dönüşmesine zemin hazırladı... ABD çoklu cephede verilen mücadele nedeniyle irtifa kaybederken, Çin bu süreçte ekonomik ve teknolojik alanda dev yatırımlara girişti, zamana yayılan genişlemiş küresel bir liderliğin alt yapısını hazırladı… 

Aslında ABD’nin bileğini büken ve sonunu getirecek olan Çin’in Kuşak-Yol projesini devreye sokmasıydı. Başkan Obama döneminde Çini ekonomik olarak çevrelemek ve etkisini kırmak amacıyla 12 ülkeden oluşan Trans-Pasifik Ortaklığı ticaret paktı ile dünya ekonomisinin yüzde 40’na tekabül 12 ülke, en kapsamlı ticaret anlaşmasını imzalamıştı. TPO ile taraflar arasında sadece ticari engellerin kalması değil aynı zamanda iş gücü piyasası, çevre ve e-ticaret gibi alanlarda ortak kuralların benimsenmesi öngörülüyordu. Trump döneminde ABD, böylesine stratejik açıdan önemli bir ortaklıktan çekilmiştir.  Çin ise, Asya, Avrupa, ve Afrika ana karasından toplam 65 ülkeyi birbirine kara, deniz, demiryolu üzerinden bağlayan bir ekonomik atılım gerçekleştirmiştir. Bu atılım sayesinde Çin dünya üretim merkezini Uzakdoğu’ya kaydırmak, mübadele brimi olarak da Yuan’ı merkeze almak gibi küresel bir güce oynamaktadır. İçinde Avrupa’dan İtalya’nın da yer aldığı bu ticari pakt karşısında Amerika aciz kalmış gözükmektedir. Birleşik devletlerin Çin’in ekonomik atılımlarına yanıt vermekte yetersiz kalması onu daha da saldırgan hale getirdi. Çin’e karşı ticaret alanında verilen savaşta izlenen vergilerin artırılması ve Çin teknoloji devleri olan firmaların ürünlerinin ülkede satışının yasaklanması ancak küçük çaplı tepkilerdir.

ABD bu dönemde küresel liderliğini sürdürmek gibi rasyonel hedeflerden uzak, agresif ve gerginlik üzerinden hem Ortadoğu’da hem de Batı Pasifik’te caydırıcı militarist bir politikaya sığınmıştır. Trump’ın gerilim politikası, Ortadogu’da ekonomik açıdan kazanımlara yol açsa da bu politika AB’yi kaybetmek gibi önemli bir sorun alanı ortaya çıkardı. Dahası AB, Çin ile kurduğu ekonomik anlaşmalar ve yatırımlar sonrasında Çin karşısında ABD’nin safında yer almaktan uzaklaşmış bulunuyor. Zira bugün başta Almanya ve İngiltere olmak üzere Avrupa ülkeleri Çin yatırımları ve ticari iş birlikler yoluyla her bir Avrupa ülkesi kendi çıkar ilişkileri üzerinden yürüyen bir politik eksende hareket ediyor… 

Küresel liderlik bakımından ABD’yi zorlayan önemli hamlelerden biri de Çin’in geriden gelerek, giderek dünyanın en önemli teknoloji devi olmasına yönelik yaptığı yatırımlardır. Çin bugün Covid 19 virüsünün çıkış merkezi olan Vuhan kentinde dünya teknoloji devlerini ağırlamaktadır. Çin’in sibernetik alanda yaptığı yatırımlar ve teknolojide ulaştığı üstünlük henüz ABD’yi yakalamamış olsa bile, bunun kısa sürede gerçekleşebileceğini öngörmek mümkündür.

Çin’in hızını ve küresel liderlik alanında yürüyüşünü durduran en önemli faktör Covid 19 virüsü ile kan kaybetmesi ve ekonomik açıdan yüzde 6,6’lık bir daralmaya gitmiş olmasıdır. Çin ekonomisinin zayıflaması aslında dünya ekonomisinde önemli yeri düşünüldüğü takdirde, dünya için önemli bir daralmaya işaret ediyor. Nitekim Çin’den sonra ABD de büyük ekonomik bir durgunluk ve gerileme başlamış, sürecin Amerika için en az yüzde 30’luk bir daralmaya neden olabileceği öngörülmektedir.
Küresel liderlik mücadelesinin önemli sabitelerinden biri olarak gösterilmektedir covid 19 aşının devreye sokulması.  ABD’nin en önemli stratejik araştırma kuruluşlarından biri olan CISIS bu konuda öne çıkan senaryolar üretmektedir. CISIS’ın öne çıkardığı senaryolarda dikkat çeken husus, covid aşısını ilk bulan ülkenin dünya liderliği bakımından üstünlük kazanacağı yönündedir. 
 

Elbette ki Çin’in de ayak bağı olan sorunları vardır. Kan kaybetmesine neden olan Hong Kong gibi, Doğu Türkistan sorunu gibi faktörler hala önem derecesini kaybetmeyen meselelerdir.  Çin’in ekonomik yayılmacılık alanında Afrika’da izlediği baskıcı politikalar, Çin’e karşı hatırı sayılır tepkilerin oluşmasına zemin hazırlamış gözükmektedir.
 

Çin de Rusya da küresel sistemin yapısal sorunlarına çare olabilecek yeni bir paradigma değişikliği yapabilecek bir kültürel ve siyasal altyapıdan uzak görünmektedir. Dahası ABD’nin bıraktığı boşluğu doldurmaları durumunda, uluslar arası sorunların çözümünde yaşanan kaos ortamını daha da ileriye götürüp götürmeyecekleri konusu da önemli tartışmalar arasındadır. Avrupa’nın öncülük ettiği Batı değerlerine yaslanmadan, küresel sistemin yeniden revize edilmesi yahut yeni bir düzenin kurulması öyle gözüküyor ki zor gözükmektedir. Zira Çin de Rusya da kriz üreten bu uluslararası sistemin açıklarından istifade ederek büyümüş, kalkınmış ve ileri adımlar atmışlardır. 

Amerikasız bir küresel liderlik konusu hala önemli bir tartışma konusudur. Küresel liderliğini yitirmek üzere olan ABD seçimlerinde, öngörülmesi gereken husus bu nedenle, seçim sonrası dönemin hangi stratejik politikalar ekseninde yürütüleceği meselesidir. ABD, Çin karşısında küresel liderliğini kaybetmemek için nasıl bir yöntem ya da politika değişikliğine gidecektir… Bu değişiklik gerçekte Trump’un ifadesi ile ‘önce Amerika’ noktasında mı şekillenecektir?

Dünya anlaşılan o ki yeni bir küresel sistemin dizaynı konusunda güçlü ve haklı bir arayışın içindedir bugün. Ancak bu arayış gelişmelere bakılacak olursa daha uzun bir süre alacak görünmektedir. 
İdeolojiler çağının sonunu getirmişti Fukuyama… Sonu gelen şey, sahiden ideolojiler çağı mıydı yoksa Birleşik Devletler’in  mi? Bunu öğrenmek için çok zamana ihtiyacımız olmadığını göreceğiz…

Yorumlar 2
Malatyalı H. 12 Kasım 2020 17:57

Yine Selim Bey yine yerinde tespitler .Kaleminizin gücü devam eder umarım. Böyle seslere ne kadar ihtiyacımız var. Halkın sesi olmayı bırakmayınız.

Elif 04 Kasım 2020 18:41

Her zamanki gibi yazınız mükemmel kaleminize sağlık

Yazarın Diğer Yazıları