Mesut Parlak

Sınıfta kaldık

Mesut Parlak

  Değerli Okurlar, Türkiye konum olarak deprem riski çok yüksek bir lokalizasyonda bulunuyor. Ve işin kötüsü deprem ne zaman nereyi vuracak bilinmiyor. Şimdi bu son cümleyi unutmayın, yazının ilerleyen bölümlerinde işimize yarayacak.

   

Yıl 2020, Elazığ, 6.8 şiddetinde bir depremle sarsılıyor. Bazı binalar yıkılıyor, göçük altında kalan insanlar oluyor. Depreme en yakın il Malatya. Oraya da büyük hasarlar verdiği gibi yine insanların ölümüne sebep oluyor. Peki tek suçlu deprem mi?
       

Değerli Okurlar, uygarlıkların yapay zekayı konuştuğu bir dönemde, afet ve sonuçlarını “kader” diyerek geçiştiremeyiz. Çünkü kader, yazının başında sizlere, bu cümleyi unutmayın dediğim bölüm kadardır ancak. Yani zamanını ve şiddetini tayin edemeyiz! 

       

Sayın Cumhurbaşkanı, depremi durdurma şansımız var mı diye sordu. Doğru bir soruydu. Cevabı da belliydi. Elbette durduramayız. Ama dönüp bizimle aynı deprem kaderini paylaşan diğer “uygar” ülkelere baktığımızda, oralarda konuşulanın sadece ” Richter ölçeği” olduğunu görünce, sen “tedbirini al takdirini Allah’a bırak” düsturunu hatırlatmadan geçemeyeceğim. Yani, bir devlet "kaderci” olamaz.
          
 Ülkemi yönetenler; deprem çok ciddi bir afettir, geldiğinde de affı olmaz. Hele de bizim gibi peş peşe depremler yaşayan bir ülke bizim gibi eli kolu bağlı bekleyemez. Dünya bu konuyu bilim yoluyla çözmüştür, bizimde başka bir alternatifimiz yoktur. Ülkenin yetiştirdiği çok değerli deprem uzmanı bilim adamları var. Bu insanlar sık sık ekranlarda bu konuyu dile getirip, yöneticilere mesaj veriyorlar. Özellikle de o koyu kırmızı ile boyalı Türkiye haritası, artık belleğimize kazındı. Bundan yaklaşık üç ay önce Sayın Prof. Naci Görür doğduğu kent Elazığ’daki depremin yakın olduğunu ve yıkıcı olacağını ısrarla anlatmış, uyarmıştı. Peki bu sonucu değiştirdi mi? Hayır!

         

Gelelim batıda beklenenlere... Özellikle de uzmanlar ısrarla ve ısrarla İstanbul’da, Kuzey Anadolu fay hattının hareketlendiğini ve gerilimin arttığını üstüne basa basa söylüyorlar. Peki ne olacak? Önerim şudur,  sadece deprem için değil, ülkenin içinde bulunduğu diğer sosyal ve ekonomik sıkıntılar için “MİLLİ SEFERBERLİK” ilan edelim. Siyaseti bırakalım, bu güzel ülkede mutlu,uygar ve özgürce yaşamanın çözümlerini bulalım. Ayrıştırmayalım, yaralarımızı birlikte saralım. Yüce Türk Ulusu, her zamanki gibi büyüklüğünü gösterdi ve deprem yaralarını sarmak için tek yürek oldu ve gereğini yaptı. Bu esnada hiç kimse sordu mu, sen Türk müsün, Kürt müsün, Laz mısın, Alevi misin, Çerkez misin diye? Sormadı. Çünkü Türk Ulusu ayırmaz!  Yardıma ihtiyacı olana koşmak zaten  bizim genlerimizde vardır. Bu ülke hepimizin.  

         

Şimdi sizlere, Allah bir daha göstermesin demeyi çok isterdim ama maalesef gösterecek, bundan kaçış yok. Ancak depremin yaratacağı kayıplara karşı önlemler alınır, gerekenler yapılırsa, hasarımız sıfıra yakın olur. 

       

Değerli okurlar; depremin olduğu bu günlerde geçmişte neler yaşadığımızı düşünürken birden doçentlik sınavım  aklıma geldi. O zamanlarda benim için manevi deprem dönemleriydi. Uzun bir süreçte, zorlu çalışmalardan sonra çeşitli kademeleri geçerek, sözlü  sınava kadar ulaştım. Beş kıdemli profesörün karşısında korku ve heyecandan çilek sepeti gibi ufalmıştım. 1,5 saat boyunca jüri sordu, ben cevaplamaya çalıştım. Sanki 9 şiddetinde bir deprem gibiydi!.. Başarılı isen geçerdin yoksa çakardın. Şimdi burdan esinlenerek diyorum ki, burada JÜRİ  82 milyon yurttaştır yani HALK'tır ve bizi yönetmek için seçilenler de sınava giren adaylar! Halk (JÜRİ)  kazanan adaylara  beş yıl süreç veriyor, hadi bakalım ülkeyi yönet diyor. Başarılıysan devam edersin, başaramazsan yerine başka bir adayı getiririm, diyor. Burada büyük olan JÜRİ, 82 milyonluk Türk HALKI'dır. Hiçbir yönetim de Yüce Türk Halkı’ndan büyük değildir. Zaten Sayın Cumhurbaşkanı da tüm konuşmalarında MİLLETİM demiyor mu? Ülkemin insanları, bu acılı günlerde nasıl yarıştılar yardım için? Böyle bir dönemde hiçbir yurttaş ne polemik yapar, ne de siyaset düşünür. Ama yetkili bir bakan çıkıp da canı yananların, o psikoloji ile ulu orta acılarını ifade etmelerine, tehdit eder gibi haklarında işlem yapılacak derse, işte birer  yurttaş olarak içimizi acıtır.
        
           

Değerli Okurlar, demokratik ve özgür bir ülkede, devlet yönetiminin tüm icraatları açık ve şeffaf olarak kamunun önüne konulur. Eğer konulmaz ise, o ülkede demokrasi sıkıntıdadır! Son zamanlarda çok önemli bazı sorunlar araştırılsın diye parlementoda gündeme getiriliyor, sonuç olarak da önergeler AKP ve MHP oyları ile reddediliyor!Neden ,saklanacak şeyler mi var? En son, Sayın Kılıçdaroğlu toplanan deprem vergilerinin nerelere harcandığını ısrarla sordu, ancak Sayın Cumhurbaşkanı hiç yakışmayan bir biçimde cevap verdi. ”Küçümseyerek, açıklamaya zamanımız yok”
         

 Ülkeyi yönetenler; gelin hep beraber öz eleştiri yapalım. Halk artık yoruldu. Bu yorgunluk sadece halkta değil yöneten kadrolar da mevcut. Yorgunluğun  birinci nedeni, Cumhurbaşkanlığı yönetim biçimidir. Bu sistem ülkeme uymadı ve uymaz.Bir an önce güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönülüp, erken seçim yapılmalıdır. Güçlü parlementer sisteme dönmek , Sayın Cumhurbaşkanı açısından da avantajlı olacaktır. Çünkü o zaman, Cumhurbaşkanı parlamento tarafından seçilecektir. Takdir edersiniz ki, şu an ki sisteme göre yapılacak bir şeçimde, ağzınızla kuş tutsanız,50+1'i  hayal dahi edemezsiniz.

SON SÖZ: "AKIL SONRADAN AH ÇEKMEK İÇİN DEĞİL, DÜŞÜNÜP TEDBİR ALMAK İÇİNDİR."   MEVLANA

Kaynak: Sözcü

Yazarın Diğer Yazıları