Mesut Parlak

Derdiniz şu illetle baş etmek mi siyaset yapmak mı?

Mesut Parlak

“Kol kırılır yen içinde kalır” mantığıyla yürütülen Covid-19 süreci büyük bir felakete dönüştü. Gerçek veriler en başından itibaren kamuoyuna yansıtılsaydı, kartopu, çığa dönüşmeyebilirdi… En azından halk tehlikenin farkında olurdu. Biz her şeyi biliriz, kimsenin aklına ihtiyacımız yok anlayışı, durumu bu vahim tabloya kadar getirdi. Öyle ki, salgın dolayısıyla oluşturulan “Bilim Kurulu”'nun içinde Türk Tabipler Birliği yok.

Artık sapla samanı ayıralım. TTB, ne iktidar yanlısıdır ne de muhalefet. Sadece bilimin tarafındadır. Aylardır, yapmayın etmeyin bu rakamlar doğru değil, gelecekte çok daha büyük felaketlerle karşı karşıya kalacağız dediklerinde “bunlar hain, karıştırıcı, TTB'yi kapatalım” denilmedi mi? Hele ki iktidarın küçük ortağının kabul edilemez hakaretlerini  duymadılar mı? Hatta zamanında Türkiye Barolar Birliği için de aynı şeyler söylenmişti. Benim anladığım bu ülkede toplu bir sessizlik isteniyor. Düşünme, sorgulama, itaat et!

Sayın İmamoğlu, İstanbul'daki  korkunç hastalık yayılımını açıkladı diye neredeyse vatan haini ilan edilecekti. Ne yapacaktı, o da mı susmalıydı? Bu kentin başkanı olarak doğruları söylemek onun görevidir! Çünkü bu kentten sorumludur. O yüzden de feryat etmekte çok haklıydı. Peki bunu kabul etmeniz için felaketin bu boyutlara gelmesi şart mıydı?

Salgının başında ne demişti İmamoğlu? İki sahra hastanesi yapalım, tüm hazırlıklarımız tamam. Birisi ATATÜRK Havalimanı'nda diğeri ise Anadolu yakasında. Ne dediler? “YAPAMAZSIN”! Neden?  “Siyasi avantaj”. Böyle bir meselede siyasi avantaj düşünülebilir mi? Halbuki İmamoğlu'nun bu önerisi siyasiden ziyade son derece bilimseldi, çünkü havalimanı zorunlu hallerde hastalar için de kullanılabilirdi.

Sonrasında ise biz yaparız deyip, havaalanında sanki başka yer yokmuş gibi tam pistin ortasına hastane inşaatını başlattınız. İnşaat başlamadan önce Sayın Erdoğan'a çeşitli öneriler de getirilmişti. Havalimanının hali hazırda sahra hastanesi haline dönüştürülebilmesi için geniş yolcu salonları ve bir de oteli vardı. Yani her türlü donanımı hazırdı. Yine aynı şekilde havalimanına yakın sergi alanları da vardı. Ama hiçbirisi kabul görmedi ve koca pistin ortasına hastane konduruldu.

”Ben yaptım oldu.”

İddia edildiğine göre, hastane şimdilerde ülke dışından gelen hastalara estetik ameliyatlar yapmak için kullanılıyormuş. Nedeni ise estetik ameliyatların bizde daha ucuz olması. Eğer böyle ise, hakikaten  yazıklar olsun demekten başka bir söz bulamıyorum! Bu iddia doğru değilse de bir yetkili çıksın ve kamuoyuna bunun gerçek olmadığını lütfen açıklasın.

Adana Büyükşehir Belediyesi'nin de, donanımlı bir sahra hastanesine dönüştürüp Sağlık Bakanlığı'na verdiği  alan da “yapamazsınız” cevabını aldı. Çünkü yapan belediye “Ce Ha Pe'li”!

Salgının başlamasıyla bakanlık tarafından oluşturulan “Bilim Kurulu” gayet isabetli bir karardı. Kurulda konusunda  uzman çok değerli akademisyenler vardı. Toplum, her akşam belirli saatlerde Sayın Sağlık Bakanı'nın ekranlara çıkıp açıklama yapmasından çok memnundu. Çünkü toplumumuz böyle açıklamalara alışık değildi. Bakan çok seviliyor ve güveniliyordu ta ki TTB'nin açıkladığı gerçek hasta rakamlarının doğruluğu ortaya çıkıncaya kadar.  Şapkanın düşüp kelin görünmesiyle beraber Sayın Bakan da toplumdaki güvenilirliğini yitirmiş oldu. Çok zor duruma düşmüştü ancak yapacak başka bir şeyi yoktu. Çünkü yapılabilecek tek şey koltuğu boşaltmasıydı.

Gelelim Cumhuriyet'in değerli Bilim Kurulu üyelerine… Başta büyük bir inançla değerli bir görev yapacağınız için çok mutlu idiniz. Ancak bir süre sonra sizin adınıza yapılan açıklamalarla, sizlerin dışındaki bilim adamlarının söylemleri örtüşmemeye başlayınca halkın da sizlere olan güveni azalmaya başladı. Hele hele bir üyenizin, “bizler de gerçek sayıları bilmiyorduk” demesi güvensizliğin üzerine tuz, biber ekti. Siz bilimsel bir kurul olacaksınız ve gerçek sayıları bilmeyeceksiniz!

Değerli Bilim Kurulu Üyeleri, sizlerle bir anektod paylaşmak isterim. İstanbul Tıp Fakültesi hocalarından dünyaca ünlü Prof.Dr. Erich Frank (1934 ya da 1935 yılında) fakülte 4. sınıf öğrencilerine  sınav sonunda şöyle demiş…

Genç arkadaşlar, sizler iki yıl sonra mezun olarak Türk Milleti'ne doktor olarak hizmet edeceksiniz. Bir doktor asla gerçek olduğu bilimsel olarak kanıtlanmamış sözleri yüksek sesle insanlara aktaramaz. Bizler, Tıp mesleğinin ustaları olarak sadece gerçek olduğunu bilimsel gözlem ve deneylerle kanıtladığımız gerçekleri konuşuruz, ağzımızdan sadece gerçekler dökülür bizim. İnsanlar bu nedenle bizim ağzımızdan çıkan her söze büyük bir güven duyarak inanırlar, asla şüphe etmezler.”

Ne güzel söylemiş…

Ben de dilerim ki ileride, bugün içinde bulunduğumuz salgın felaketinin tek sorumlusu olarak siz, Değerli Bilim Kurulu Üyeleri hatırlanmazsınız! Artık bu saatten sonra ne yapar, nasıl davranırsınız onu da bilemem.

SON SÖZ: BOYNUMA SARILMA GÜLÜM, BENDEN SANA GEÇER ÖLÜM.”  NAZIM HİKMET

Kaynak: Sözcü

Yazarın Diğer Yazıları