Ahmet Küçükşahin

1922 Ankara

Ahmet Küçükşahin

Leonid ve Friedrick adlı iki Alman yazar 1922 yılının yaz aylarında Anadolu’ya doğru yola çıkarlar ve Karadeniz kıyılarından başlayan yolculukları Ankara’da son bulur. 

Anadolu’daki yolculukları ve Ankara’da kaldıkları süre içerisinde Milli Mücadeleye, Anadolu halkının ve Türkiye’nin mevcut durumuna şahitlik etmişlerdir. Kendi ifadeleriyle gözlemleri şunlardır. 

Genel Durum:

-    Anadolu bozkırlarındaki tufan öncesinden kalma yollarda, Türk köylülerinin ve Ankara keçilerinin şaşkın bakışları arasında, sayısız arızalarla günlerce süren kamyon yolculukları, bizim için özellikle en zevklisiydi. 

-    İngilizler, daha üç yıl önce (1919), Türk başkenti İstanbul’da, büyük toprak sahiplerinin ve din adamlarının çıkarlarını temsil eden bir hükümeti Kemalistlere karşı kurdurmuştu. 

-    Daha şimdiden Ankara’da bugünkü hükümetin taraftarları ile hocaların, mollaların partisi arasında açık olmaktan çok sessiz mücadele izlenebiliyor. Türkiye’de, bir zamanlar ortaçağ Avrupa’sında olduğu gibi, din siyasetten ayrılmış değil. Mollalar burada az sayıdaki toprak sahipleriyle ve zamanları dolmuş aristokratlarla beraber sınırları açık seçik çizili bir tutucu cephe oluşturmaktadır. 

-    Dinin konumunu kurtarmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ankara’da, Sovyet Rusya’ya karşı, Fransa yanlısı ve İstanbul’daki İngiliz dostu çevrelerle yakınlaşma akımının başındakiler de bunlar. 

-    Kemal Paşa ve partisi onların düşmanıdır. 

-    Bütün Ortadoğu’da “Ara” denilen büyük Amerikan yardım kuruluşunun çok sayıdaki şubesi harıl harıl çalışıyordu. Yalnız Anadolu’da 25 şubesi bulunuyor ve bütün bir ülkeyi, ayda 300 000 ile 500 000 dolar yutan hastane, okul ve başka hayırsever işletmelerden oluşan bir ağ kaplamaktadır.

-    Bütün Doğu kentleri gibi Ankara da çok pis, çok kuru, çok toz, her cins haşaratla dolu. Bir Avrupalı için soluk alacak havayı bulmak hayli zor. Buna karşılık her yerde bol miktarda mikrop var; özellikle sıtma hastalığı gerek yerliler gerekse Avrupalılar arasında yaygın. 
Yeni Türkiye’nin eskisinden farkı nedir? Kemal Paşa neyin mücadelesini veriyor?

-    Dünya Savaşı, eski Osmanlı İmparatorluğu’na bağımsızlığını ortadan kaldıran Sevres Barış Antlaşması’nı getirdi. Bu, Avusturya’nın bağımsızlığını kaldıran St.Germain Antlaşması’ndan da ağırdı. Avusturya gibi Türkiye de, birbiriyle ilgisi kalmayan pek çok parçaya bölündü ve muzafferler arasında paylaşıldı. 

-    Sevres Antlaşması’nı imzalayan ve şu an için İstanbul’da yönetimi elinde bulunduran “Türk Hükümeti”, Türkiye’nin asıl temsilcisi değildir. İngiliz süngüleri ile ayakta tutulan bu hükümet, ölmekte olan Türk feodalizminin çıkarlarını savunmaktadır. İstanbul hükümeti büyük toprak sahipleri dışında tutucu mollalar (din adamları) tarafından desteklenmektedir. Ama, İstanbul hükümeti asıl halk arasında destekten yoksundur. 

-    Sevres Antlaşması, eğer bir şekilde geçerli olursa bağımsızlaşan Türk burjuvazisine iktisadi ölümü getirecektir. 

-    Mustafa Kemal, her yerde isyanların başına geçti, bunları birleştirdi ve şu toparlayıcı hedefi vererek harekete geçirdi: Sevres Antlaşmasının yok edilmesi, Türkiye’nin yabancı istilasından kurtarılması. Bunlar Ankara Türkiye’sinin kökleridir. 

-    Türkiye’nin yüzde 85’ini oluşturan köylüler, Serves Antlaşması’nın kendileri için yeni bir çifte sömürüyü getireceğini pekiyi anlamışlardı. 
1922 Türkiye’sinin Ekonomik ve Sosyal Durumu:

-    (Eylül 1922) Çay ve küçücük fincanlardaki kahveden başka bir şeyin bulunmadığı küçük çay evlerine sahip Ankara’da büyük bir heyecan hakim. 

-    Kemalistler, İngilizlerle, Yunanlılarla ve İstanbul’la savaş halindedir. 

-    Dünya Savaşı’ndan önce Türkiye’deki iktisadi gelişmenin yürütücüsü Avrupa sermayesiydi. Bütün ticari ve az sayıda sınai işletme (özellikle kömür ve tekstil) tamamıyla yabancı sermayenin elindeydi. Türkiye’nin ekonomisi bu yabancı sermayenin egemenliğinde çok kötü ellerdeydi. Yabancı sermayedarlar hemen hemen hiç bir yeni işletme açmıyor ve ülkede yerli bir sanayinin sözünü bile duymak istemiyorlardı. 

-    Koca ülkede sadece 23 anonim şirket ve 8 banka vardı.

-    Türk nüfusunun çoğunluğunu, aşağı yukarı yüzde 85’ini, genellikle küçük çiftçilerden oluşan – bunların da üçte birinden fazlası, yüzde 35’i kiracı olan- köylüler oluşturmaktadır. 

-    Türkiye 12 yıldır savaş halinde ve 12 yıldır köyünü görmemiş olan köylüler var.  Seferberlik nedeniyle bütün ülkede çiftliklerden işgüçleri alınmış durumda, pek çok çiftlik harap bir durumda. Savaş, Batı’da pek çok köyün yanıp kül olmasına neden olmuş. 

-    Hemen hemen istisnasız bütün köylüler okuma yazma bilmiyorlar, genellikle Müslümanlığın dini fikirlerinin ve ataerkil alışkanlıkların esiridir. Hiçbir yerde herhangi bir köylü örgütü yoktur. 

-    Anadolu’nun 7-8 milyonluk nüfusundan yüzde 2 oranında bile sanayi işçisi ve ailesi çıkmamaktadır (buna karşın Batı Avrupa’da bu oran yüzde 30-40’tır.).

-    Aylık ücret 20 ile 60 TL, yani dünya pazarındaki fiyatların geçerli olduğu bir ülkede 12 ile 40 dolar arasında değişiyor. Evli bir işçi ya da memurun ücretiyle geçinebilmesi olanaksızdır. Bir yan gelirinin- küçük çapta tarımcılık ya da ufak bir dükkan biçiminde- alması kaçınılmazdır. 

-    Bütün ülkeyi kapsayan gerçek “sendikalar” henüz yoktur. 

-    TBMM’nin modern binasının yakınında geniş ve kaldırım taşlarıyla döşeli yollarla buna başlanıldı ve eski yangın yerlerinde yeni yollar açılıyor ve yanmış eski pazarın yerineyse “yeni Pazar” yapılıyor. İşte böylece birkaç modern ev, birkaç modern yol, birkaç sanayi tesisi eski Ankara’nın harabeleri üstünde yeni bir kenti müjdeliyor. 

-    Yarının bu Ankara’sı, Kemalist Türkiye’nin sembolüdür. 
Kadının Durumu:

-    Türkiye’nin en çok sömürülenlerinden ve haklarından yoksun bırakılmışlarından, yani kadınlardan daha söz edilmedi. İslam dini, kadını evde tamamıyla her haktan yosun iş hayvanı yapıyor. Kadın, kocasının ev işlerini yapmakla yükümlüdür. Kapanmadan sokağa adımını atamaz, lokantaya gidemez, eğlencelere katılamaz, iş sahibi olamaz, sayasal fikirlerini açıklayamaz. Türkiye’nin toplumsal yaşamının tümünde – diğer İslam ülkelerinde de olduğu gibi - kadın yer almaz. 

Sonuç olarak, “eski Türkiye” diye söze başlayanların tarif ettikleri “eski Türkiye” bu değil.  Onların “eski Türkiye”sinin başlangıcı; borçları ödenmiş, yüzlerce fabrika kurulmuş, salgın hastalıklardan arındırılmış, bilim insanı yetiştirilmiş, kadını insan yerine konulmuş, insanı kul olmaktan kurtarılmış, modern eğitim kurumları açılmış bir Türkiye’dir. 

Osmanlıcı olup, Osmanlının bıraktığı noktaya özenmeyip; Cumhuriyetin kazanımlarını “eski Türkiye” diye küçümsemek, tedavi edilmesi gereken yeni bir salgın hastalık türüdür. 

Yazarın Diğer Yazıları