Bu Günlere Nasıl Geldik

Konuk yazar... Adevviye Şeyda Karaslan yazdı.

Altmışlı yılların sonuydu. Geçmek bilmez baş ağrıları nedeniyle Hacettepe’ye götürülen babacığım o yıllardaki özel hastanelerden birinin simsarlarının tuzağına düşmüştü. Sadece sinüziti olduğu halde, büyük ihtimalle ameliyat edildiği ispatı gayesiyle defalarca alnından, göz üstlerinden ve altlarından göstermelik, gereksiz kesiler açarak yapılmış görünen ameliyatlar için her seferinde bir tarlamızı satmak zorunda kalmıştık. En sonuncu da para yetişmediği için ameliyat masasında buz gibi havada çıplak bekletildiğini duymuştum evimize döndüğünde ziyarete gelenlere anlatımından. Çocuk kalbim acıyla sızlamıştı. Çiftçi olan babacığım açık havada, rüzgarda, soğukta traktörle çalışmak zorunda olduğu için o yüzündeki ameliyat kesileri nedeniyle hiçbir zaman iyileşemedi...

On yıl sonra, Hacettepe'de
öğrenci olduğum 1979 yılında, babam yine aynı doktora görünmek üzere gelmiş birlikte gitmiştik. Aynen babam gibi bir köylü amca derdine çare bulmak umuduyla doktorun masasının kenarındaki sandalyede oturuyordu. Bütün vücudunun filmi çekilmiş gibi oldukça kabarık film ve tahlil tomarı doktorun önünde yığılıydı. Hızlı hızlı bakıp geçiyordu, lüzumsuz, sırf para tuzağı olarak istediği çok belliydi. Belli ki o da, babam gibi tuzağa düşmüş soyuluyordu. Büyük ihtimal gereksiz ameliyatlar da olacak, hem canı yanacak, hem parasını ve belkide derman umuduyla geldiği hastanede sağlığını, hayatını kaybedecekti.
Babama sıra geldiğinde yine ameliyat gerektiği söylenmişti. Doktor hiç güven vermediği için babamı Hacettepe'de KBB uzmanına muayene için ikna ettim. Hastalık hikayemizi dinleyen ve muayene eden genç doktor acı gerçeği söyledi büyük bir üzüntü içinde. Babamın sadece sinüziti olduğu ve böyle bir sinüzit ameliyat yöntemi olmadığı, para için göstermelik defalarca ameliyat edildiği acı gerçeğini...

Sonraki yıl başladığım askeri hastanelerde, laboratuvar teknikerliği görev yıllarımda, arızalı laboratuvar cihazlarının satın alma komisyonlarınca rüşvetle sağlam kabul edilerek alındığı, yıllarca laboratuvarda bir köşede üzerinde kılıfıyla beklemesi gibi pek çok devletimizin parasının heba edildiği yolsuzluklara tanık oldum. Diyarbakır ve Gelibolu asker hastanelerinde bu sebeple amirlerimle mahkemelik oldum. Hatta Gelibolu'da iki buçuk yıl süren askeri mahkemede yargılanma sonucu, bir yıl hapis cezası da verildi. İlahi adalete güvenimle, hakimler suçsuz olduğumu anladığı ve belkide vicdan azabı çektiklerinden yargılamanın yenilenmesi yolunu gösterip berat etmeme vesîle oldular.
Emekli olduktan sonra çalıştığım özel hastane ve tıp merkezlerinde de akşama kadar kazma sallamış kanalizasyon işçisi, gariban, yorgun adamların, akşam vakti hasta eşlerini getirdiği tıp merkezinde sırf parasını almak için, "Ooooo Ahmet bey, hoşgeldiniz!" gibi abartılı karşılamalarla eşinin yanında onure edilip, gereksiz film, tahlil ve sözde tıbbi müdahalelerle, nasıl o yoksul haliyle parasının alındığına içim yanarak tanık oldum.
Yetmişli yılların sonunda Hacettepe hastanesi laboratuvarlarında stajerken haberdar olduğum ilaç şirketi mümessilleri ayrı bir dramdı. O yıllarda da doktorları sıkça ziyaret eder, kalem, küçük not defteri gibi hediyeler verirlerdi çalışanlara da. Sonra beş yıldızlı otellerde kongre adı altında tatil rüşvetleri başladı.

Tuzak yemleri yutan doktorlar, rüşvete bulaşan hastane, sağlık müdürlüğü, hatta bakanlık üst düzey yetkilileri çıkar uğruna nasıl bir canavarı beslediklerini, işin bu gün hepimizin hayatını tehdit eden duruma geleceğini bilmiyorlardı...
Yaşadığım şehirde bazı doktorların İzmir'de yaşadığı için her gün İzmir- Salihli arası ilaç şirketlerince özel arabalarla taşındığını biliyorum. Bu doktorların devletin parasını korumak adına daha uygun fiyatlı ve hastaya daha iyi gelecek olan ilacı değil, muadili olan en pahalı, yan etkisi en ağır olan da olsa rüşvet aldığı ilaç şirketinin ilacını yazdığını da bilmeyen yok...
En son, 2010 yılı sonunda kırk gün çalıştığım ve cihazların yanlış sonuca sebep olduğu tespitim ve mücadelem nedeniyle işten çıkarıldığıö özel hastane laboratuvarında, daha önce çalıştığım hastane ve tıp merkezlerinde de olduğu gibi Alman tıbbi cihaz şirketinin hurdalık cihazları vardı. Ülkemizi üstelik parayla satarak hurdalık, çöplük olarak kullanan şirket... Yerler granit, mobilya- mefruşat lüks ancak önemli olan tıbbi cihazlar ikinci el, hurdalık... Hastalar yerlere, mobilyalara bakıp lüks sağlık hizmeti aldığını zannederek dünya kadar para döküyordu...

Aynı hastanede üç kere diz ameliyatı olduğu halde şifa bulamayan, yürüyemeyen kadınlar tanıyorum.

Devlet hastanesinde doktorun böbrekleri, akciğeri bitmiş, evine götürün dediği yaşlı, hasta babasını bir umut özel hastaneye götüren dar gelirli, asgari ücretle ailesini geçindiren oğulun, yapılan gereksiz ameliyat ve yoğun bakım tutarı olan, bir o kadarı devletten alınan, 18.000 lira gibi büyük rakamı, kurtarılamayan babasını gömdükten sonra hala kredi borcu olarak ödediğini de biliyorum...
Seksenli yılların sonuydu. Diyarbakır asker hastanesi mikrobiyoloji laboratuvarında görevliydim. Bir aydan fazla zamandır geçmeyen, ağır bir grip sonrası kollarımı kaldıramaz olmuştum. Hızla kilo da veriyordum. Muayene olduğum fizik tedavi uzmanı romatoid artrit olduğumu, düzenli tedavi olmaz, kendimi korumazsam beş yıl içinde tekerlekli sandalyeye mahkum olabileceğimi söylemişti.
Çocuklarım henüz altı ve dört yaşlarındaydılar. Bana daha uzun yıllar ihtiyaçları olacaktı. Üstelik çalışmaya da devam etmeliydim. Bu korkuyla doktorun verdiği tüm ilaçları aksatmadan kullanıyordum. Düzenli kontrole gelmemi de tembihlemişti. Her gittiğimde hemen çekmecesinden çıkarıp bir iğne yapıyordu. Elim yüzüm balon gibi şişmeye başlamıştı.
Bir süre sonra hastalığı durdurabilmek için Almanya'dan bir ilaç getirtmemiz gerektiğini söyledi. İlaç anormal pahalıydı. İçinde altın tuzu varmış. Kredi çekip getirttik. Faturasıyla müracaat sonrası, paramız uzun uğraşlar sonucu ödendi. Çok ağır böbrek yetmezliği yan etkisi olan, bu yüzden hastanede yatarak kontrol altında kullanmam gereken bir ilaçmış ancak bana hastanede çalışmaya devam ederken kullandırıldı. Kısa sürede böbreklerim alarm verdi. Kanda enfeksiyonu gösteren tetkikler de anormal yükseldi. Apar topar Ankara GATA'ya sevkedildim.

Hikayemi dinleyen fizik tedavi bölüm başkanı profesör, çok zayıfsın, o yüzden hastalanıyorsun, sana biraz kilo aldıralım dedi. Hastanede yattığım bir aylık sürede düzenli pek çok ilaç verildi, fizik tedavi uygulandı ve yine iğneler yapıldı. Hızla kilo alıyordum. Taburcu olduktan sonra da durmadı kilo artışı. Bir yılda otuz kilo aldım. Yapılan iğneler İsrail menşeli kortizonmuş meğer...

Bir süre sonra yan etkisi olan kemik erimesi ortaya çıktı. Henüz otuz beş yaşımda olmama rağmen. Bu arada her beş yılda hashimoto tiroiditi, szjöngren sendromu gibi tuhaf adlı hastalık tanıları kondu. Her biri için yine ilaçlar.
Hormonal dengemin bozulması sonucu, göğsümde aniden ortaya çıkan kızarıklık, sertlik için mastid dendi. Yine ağır tedaviler yapıldı. Bu arada göğsümde kistler farkedildi. Kırk yaşımda meme kanseri oldum. Ameliyat, radyoterapi sonrası meme kanserini önlemek için verilen antihormon terapi ilacının bilinen yan etkisi olarak rahîm kanseri başladı. Rahim ve yumurtalıkların alınmasıyla aniden menopoza girme nedenli, durduramadığım ağlama krizleri, depresyon, duygusal çöküntü, kaygı bozukluğu, panik ataklarla 27 yıllık evliliğin bitmesi, yuvanın yıkılması, dibe vurma...
İkinci meme kanseri, ilerleyen kemik erimesi, kalça eklem deformasyonları. İlaçlar ilaçlar... Aynı antihormon tedavisi ilacı yüzünden bu kez yüksek tansiyon, kalp hastası oldum. Tedaviyi reddettim. En yakınlarımla, en sevdiklerimle ağır imtihanlar da eklenince ciddi sarsıldım. Alternatif tedavi, şifa arayışına başladım. Bu arada boşanma ve emeklilik sonrası tasavvuf okumaya başlamakla maneviyata yönelmemiş olsam asla toparlanamazdım...
İki buçuk yıl önce, kız kardeşime kemik yoğunluğu ölçümüyle ileri derecede kemik erimesi tanısı konulmuş ve hemen Laniczol adlı, tek dozda böbrek yetmezliği yan etkisi olan, sadece kalça kırığı olmuş, ameliyat, ölüm riski olan yaşlı hastalarda son çare olarak yazılması gereken ilaç yazılmıştı. Kardeşim henüz menopoza girmemişti, kemik erimesini düşündürecek bir şikayeti de yoktu. Üstelik ilacı almaya gittiği eczacı, bu gün sizin gibi beş genç hanım aynı anormal yüksek sonuçla aynı ilacı almaya geldi de deyince kardeşim beni arayıp durumu bildirdi.

Hemen bir özel hastanede ölçümü tekrar yaptırdık ve yarısı kadar, gayet normal çıktı. Uyaran eczacı doktoru arayıp bildirdiğinde, eczacının yakalanmayalım, başımız derde girmesin demek istediğini zannetmiş olmalı ki, bu öyle bir şirketki hiç bir şey olmaz demiş. Cihaz arızalıymış düzeltildi dendi sonraki aradığımızda.
Ertesi hafta anne babamı muayene için devlet hastanesine götürdüğümde, karşıma ayakda zor duran, çok yaşlı, çok gariban bir köylü amca çıktı. Elinde bir ilaç torbası vardı. Beni müzik doktoru (fizik doktoru demek istiyor) gönderdi. Serviste iğne yapılcakmış, bulamadım diyordu. Kapıda duran hemşirehanıma sordum; hemşire hanım ikinci kata, fizik tedavi servisine götürün derken çok manidar bir ifadeyle gülümsüyordu.

Anne babamı oturtup, amcayı servise götürdüm. Görevli hemşire hanıma özetleyip doğru bölüme geldiğimizden emin olmak istedim. İlginç bir şekilde serviste aşı kampanyası varmış gibi, dört ayrı kuyruk olmuş yüze yakın hasta bekliyordu. Ellerindeki aynı ilacı gösterip, evet, doğru bizde onun için bekliyoruz dediler.

Olayın ciddiyetini böylelikle anladım. İlacın fiyatı 500 lira idi ve tek dozda böbrek yetmezliği yan etkisi olduğu prospektüsünde bile yazıyordu. Kemik erimesi olması hastaya yazılması için yeterli kriter değildir kararına rağmen, üstelik kemik erimesi olmayan hastalara yazılıyordu. Şikayetim üzere kardeşim gibi genç hastaların sonucu yüksek çıkarılarak yazılması durmuş ancak rapor gerekmeyen altmışbeş yaş üzeri yaşlılara yazılmaya, serviste serum içinde verilmeye devam ediliyordu.

O yaşlı amcaya ve diğer yüze yakın hastaya yapılmamasını sağlama imkanım yoktu. Elli yıl sonra yine tanık olduğum bir köylü amca daha yapılan ağır iğnenin yan etkisiyle ölümden döndü. Zor kendine geldiği ertesi gün arayıp akibetini sorduğumda söylendi. Telefonunu alıp aradım, torunuyla konuştum, dedemin dizleri ağrıyordu, serum vurmuşlar hastanede, dün akşam çok kötüydü, şimdi biraz daha iyi dedi.

Kötü ise köye ambulans gönderilmesini sağlayabileceğimi söyledim. Haklı olarak korktular, benden şüphe duydular böyle bir ilgiye alışık olmadıkları için. Siz neden ilgileniyorsunuz dedi torunu. Durumu özetleyip böbreklerini kontrol ettirmelerini söyleyip kapattım mecburen.
Hemşire hanıma bu katliam ve soyguna niçin sessiz kalıyorsunuz dediğimde ise, haklısınız ama biz emir kuluyuz, doktorun dediğini yapmak zorundayız dedi maalesef.
Hemen sağlık müdürlüğüne, bimere, cimere yazıp şikayet ettim. Kimse ciddiye almadığı için savcılığa suç duyurusunda bulundum. Sosyal medya üzerinden yaptığım paylaşımlarla tüm yurtta aynı ilacın fizik tedavi uzmanlarınca yazıldığı, serviste serum içinde verildiğini tespit ettim.

İki buçuk yılda ilaç şirketi stokları bitirdi. Şikayetim üzere kaç kere ilacın fiyatını düşürdü, yılıp vazgeçtim zannedildiğinde yeniden yükseltildi. Nisan 2019 tarihinde fiyat farkı nedeniyle ilaç toplatıldı bildirisi yayınlandı ancak sonra tekrar yazılmaya devam edildi. Hala devam ediyor. Şu an ortopedi uzmanları da yazmaya başladı hatta.
İnternetten takip ettiğim şirket sayfasında, Türkiye'nin duayen fizik tedavi uzmanı diye lanse edilen profesörler en lüks Avrupa şehirlerinde, fizik tedavi kongresi, sempozyumu adı altında şirket yetkilileri ile zevki sefada, yemelerdeydiler. Hepsi çok mutlu görünüyordu...
Güzel milletimin kimbilir kaç bin masum insanı bu hain katliamda sessiz sessiz kurban oldu. Şanslı olanlar sebebini bilemeden diyalize mahkum olacak. Yıllarca sürünerek acı çekerek ölecek. Diyaliz merkezlerinin sayısı hızla artmaya devam edecek...
Her yazılan ilaçla devletimizin altı oyuldu.

Bu mensubu ve hasta olmakla haberdar, tanık olduğum sadece sağlık sektöründe, bir şirket, bir ilaçla yapılan katliam ve soygun. Hatta düpedüz soykırım!.. Üstelik paramızı da alarak. Bu gün virüs kaosuyla, paniğiyle dünyayı darmaduman eden acımasız ilaç kartellerinin yaptıklarından sadece bir kısmı...

Önce İsrail menşeli kortizonlarla kemiklerimiz eritildi, çare olarak dayatılan kemik erimesi iğneleriyle böbreklerimiz iflas ettiriliyor, sonra diyaliz. Kortizonla şişirilmiş insanlarımızın eklemleri de deforme olduğu için diz- kalça protezleri takılıyor şimdi de. Onlar her halukarda kazanıyor, biz kaybediyor, acı çekiyoruz. Üstelik altı oyulan devletimiz, panikle daha da bozulmaya çalışılan ekonomimizle, zayıf düşürüp parçalamak, işgal etmek, sömürmek bütün gayeleri, hain emelleri.

İlaç kartellerinin maşası olmuş sağlık sektörü yetkilileri, çalışanları, iki buçuk yıldır bu soygun ve katliamı defalarca yazdığım halde sümenaltı eden özel hastane sahibi üst düzey sağlığımızı korumakla görevli olanlar, haberdar olduğu halde bana ne, işimi kaybetmeyeyim neme lazım diyenler geldiğimiz bu günün, yaşadığımız korkunun, acının müsebbipleridir.
Rüşvet olarak kazandıkları için sevindikleri paranın onlara ne sağlık garantisi ne de vatan sağlayamayacağını anlayabilmişlerdir inşallah. Yoksa hala bu durumdan da çıkar hesabındalar mı!!!

Güzel insanlarımız ve cennet vatanımıza sahip çıkabilmek adına, kendimiz ve mensubu olduğumuz kurumlardan sorumluyuz. Bu vatan hepimizin. Bu insanlar bizim. Biz sahip çıkarsak hepbirlikte batmayacağız...

Uyarı Ve Öneriler Konusunda Açıklama

Önceki yazılarımı okuyanlardan çokça soru aldığımdan bu açıklamayı yapmak kaçınılmaz oldu. Hem merakınızı gidermek hem de uyarı ve öneriler hususu çok önemli olduğundan daha çok kişinin ikna olmasıyla, manevi koruma şemsiyesine katkıda bulunması ve dolayısıyle faydalanması adına, normalde yazmayacağım kendimle, aktarma görevi süreciyle ilgili bazı detayları da yazmak zorunda kalacağım.

Öncelikle belirtmek isterim ki, şeref olarak fazlasıyla yeten ve en büyük sevincim olan, yüce Allah’ımızın biçare aşık kullarından olmam dışında, hocalık v.s gibi bir ünvanım, tamahım yok. O'na, rızasına erişmek, dolayısıyle bizlerden dileği üzere, ilahi nizamın korunmasına, yarattıklarına hizmetten başka gayem, beklentim de yok.

Manevi yolculuğun bir aşamasında, 2012 aralık ayında, Mevlânâ hz.'ni ziyaret sonrası, Konya'dan dervişlerle birlikte gittiğimiz ilk mürşidimi ziyaretten dönüşte gördüğüm bir rüyada; erenler meclisi toplanmış tek tek dervişleri değerlendiriyorlardı.

Sıra bendeymiş, perde arkasından hakkımda söylenenleri duymaya çalışıyordum. İlk duyduğum cümle, "Bunu başa döndürelim." olmuştu. Dergahta baş örtüm konusunda bazı kadınların tasallutuna maruz kalmış ve karışmamaları yönünde tepki göstermiş olduğumdan, başa döndürelim cümlesini imtihan kaybettiğim için atılma, eski halime döndürülme gibi algılamış ve ağlamaya başlamıştım. Ne olur atmayın, eski halime döndürmeyin beni, bir şans daha verin diyerek yalvarıyordum içimden.

O an ikinci cümle geldi. "Bunu aktarmada kullanalım, çok iyi aktarıyor." idi ikinci cümle. Atılmaktan kurtulduk, paçayı yırttık, üstelik görevi de kaptık sevinci yaşarken uyanmıştım. İşte o tarihten itibaren yapmaya çalıştığım sadece bu mukaddes görevin hakkını verebilmek.
Her şeyde olduğu gibi yüce Rab'bimizin lütfuyla, yardımıyla, önüme serdiği kaynaklardan faydalanarak, verdiği gayretle okuyup, anladıklarım, hissettiklerim, her gün artan yol arkadaşlarımla istişarelerimizle bu güzel yolu en güzel şekilde yürümeye ve öğrendiğim doğruları, hakikati, en doğru şekilde aktarmaya çalışıyorum.

Halis niyetim ve gayretimin güzel ödülleri gelmeye başladı birer birer yıllar içinde, gelmeye de devam ediyor çok şükür. Başta yüce Rab'bimiz, sevgili Peygamberimiz ve Fatıma Anne'miz olmak üzere, tüm erenlerimizi, evliyalarımızı çok sevmek, ziyaretle feyzlenmek ve onların yolundan hizmetkar olabilme çabam, hayal bile edemeyeceğim lütuflarına mazhar olmaya vesîle oldu şükürler olsun.

Bu süreçte aralıksız ciddi hastalık imtihanı ve tüm sevdiklerin, en güvendiklerinle en ağır şekilde sınanma, tek başına kalma, istismarlara uğrama, maddi kayıplarla aslında bir bir yüklerden kurtulma, Allah'tan başka dost bulamayacağını anlama aşamaları da yaşandı elbette.
İki yıl önce hastanelerde katliam ve soygun gibi, gereksiz yere yazılan Laniczol adlı tek dozda böbrek yetmezliği yan etkisi ve 500 TL fahiş fiyatlı kemik erimesi ilacıyla yolsuzluk hakkında suç duyurusunda bulunarak yılmadan mücadele etmemle hızlandı sanki yolumda ilerleyişim de.

Doktorun yargılanma süreci başladı bu arada çok şükür. Yakında sonuç da alacağız, kamu davası olarak emsal teşkil edecek inşallah. Bu süreçte müjdeler de arttı.
Ağabeyimin gördüğü rüyada benim için tüm evliyalardan yardım, su toplandığı bilgisi geldi önce. Peşinden nice güzel rüya haberleriyle müjdeler devam etti. Yemyeşil arazilerde fidanlarım oldu önce, berrak su kenarlarında çok güzel Kur'anlar okuduğum, insanlara su dağıttığım, tekerlekli sandalyesiyle taşıdığım engelli bir çocuğa yüksekçe bir engeli aştırıp hızlıca yoluma devam ettiğim iletildi.

Sonra yemyeşil ipek elbise, baş örtümle yonca vererek beslediğim bembeyaz yedi atımla kocaman yemyeşil çiftliğim oldu. Erzurum'da, istihare makamında Nimet Annenin rüyasıyla, pembe yazma, krem rengi tespih ve sohbet konulu kitap olmak üzere üç hediye ve doğacak ilk torunuma Mete Han ismi verildi.

Geçen hafta çarşamba sabahı, en hasta olduğum, nefes alamadığım bir anda Fatıma Annemiz ve Derman Baba'mızdan şifam için inanılmaz bir müdahaleye nail oldum. Bu ikram sana okuduğun, okuttuğun salavatlar için, nefesin bizde, sana nefesini veriyoruz dendi. Kilitlerim açıldı.

Hemen akabinde yine seyyid bir dostun rüyasıyla Emir Sultan'dan, bu kez mushaf, yeşil seccade ve yeşil tespih olmak üzere yine üç hediye, şifam için Fetih ve Vakıa surelerini okumam önerisiyle birlikte geldi. Önceki gün de Aksaray'dan bir kardeşimin rüya müjdesiyle enerji sıfırlanması derecesinde en halsiz olduğum zamanda, kalabalık bir guruba sohbet verdiğim, aniden halsizleştiğim anda kapıdan uzanan bir elle, Hacı Bektaşi Veli'nin beş taşı var, üçü Adevviye 'nin, çünkü o çok yorgun ve bitkin dendiği müjdesiyle, beş taşının üçü geldi şükürler olsun.

Ne kadar özetlemeye çalışsam da çok uzun oldu, affola. Bazı arkadaşlarımın başka hocaları da dinlemek lazım önsözüyle gönderdikleri sakallı, cübbeli hocaların, dün gece için iddia ettikleri bela gecesi korkutmasıyla, insanları baştan bezdirecek sadece bir gece için, her biri üç yüz, beş yüz adetlik uzun uzun okuma listesi önerilerini daha kayda değer bulmaları sebebiyle bu kadarını yazmak zorundaydım. Bizim cübbemiz, sakalımız olmadığı için, korkarım yazdıklarımız, uyarı ve önerilerimiz pek kayda değer bulunmadı çünkü.
Sahabe Sa'd bin ebi Vakkas hz. gibi mübareklerin ruhaniyetinden faydalanmak yanında, yurdumuzun pek çok köşesinden maneviyatlı kardeşlerimin, Mustafa Kemal Atatürk'ümüz ve Dr. Münir Derman Hz. gibi büyüklerimizin de yer aldığı çok manidar rüyalarını iletmeleriyle, istişarelerimizle safer ayından beri gelen uyarı ve önerileri özetleyerek bitirmek istiyorum.
Daha önce toplu kıyım, depremler, kargaşa konusunda uyarılar ve öneriler gelmişti. Önümüzdeki şaban ayına, berat kandiline kadar olan süreç de sıkıntılı deniyor. Çünkü içinde bulunduğumuz ahir zaman hengamesi ve asrı saadet dönemine geçiş aşamasındayız.
İslamın temsili, yayılması ve bekçiliği mukaddes göreviyle dünyadaki zulme dur diyerek insanlığı asrı saadete taşıyacak olan yüce Türk Milletine bu yüzden yedi düvel saldırıda yine. Ortadoğuda savaş batağına çekerek, askerlerimize tuzaklar kurarak, ekonomimizi, moralimizi, ruh sağlığımızı bozarak, bir şekilde engel olmaya çalışıyorlar.

Virüsle yapılmaya çalışılan da bu. Tedbirli olmak başka birşey; Kabeyi, camileri boşaltmak, sürekli abartılı haberlerle gündemde tutarak, kasti paylaşımlarla panik havası yaratmak çok başka. Şimdiden başladı bozulan sinirler, iflaslar, intiharlarla kayıplar.

Bu akşam telefonla görüştüğümüz bir arkadaşım psikolojim bozulmaya başladı, namaz kılamaz oldum dedi. İşte yapmaya çalıştıkları bu ve amacına ulaşıyor ne yazık ki.
Kimbilir daha ne hain planları var. Bu yüzden çok uyanık olmak zorundayız. İlk önerim televizyon izlemeyi bırakmanız. Bu konudaki matbu paylaşımları okumamanız.
Son uyarı, bu panikle, dikkatleri bu yönde toplamakla, bu arada Rusya'nın yine hainlik peşinde, tokat atma hazırlığında olduğu. İçimizdeki hainlerin ekip olarak bir gecede yok olacağı; kısa sürecek bir istikrarsızlık, kargaşa dönemi sonunda en geç şaban ayında, (mart sonu) çok rahatlayacağımız müjdelendi.

Bu süreci en az zararla, aklı selimle geçirebilmek için önerilen sure, zikir ve salavatları okumamız gerekiyor. Yapabileceğimiz en iyi şey bu. Tuzaklardan korunarak sağlıklı kalabilmek ve önerilenleri yapmak. Sadece on- on beş gün sürecek en fazla. Berat kandiliyle berat edenlerden olacağız bu gayretimizle, çok refah, çok rahat bir döneme gireceğiz inşallah.
Amin Ya Rab'bi!.

Adevviye Şeyda Karaslan

Yorumlar 1
mahmut cirak 05 Nisan 2020 15:07

seyhler hocalar kurtaricilara gelene kadar iyi ve güzel...Allahtan baskasindan yardim dilenmek tehlikeli. Yazının son kismida iyi. Hastane ve dr.larla ilgili bilgilerin hemen hepsi doğru olabilir.ben de 70 yaşında bir insan olarak bunların çoğuna muhatap oldum maalesef...bir insanda Allah korkusu olacak.olmazsa devletin vereceği cezadan korkacak.ikisindende korkmuyorsa o canlı mahluk çok tehlikeli olduğundan ,ondan uzak durmak en iyisidir.

Bakmadan Geçme